Aşağıdan yürekler yakan bir feryat geliyor.
TV penceresinden bakıyorum, dedemin bembeyaz sakalları kıpkırmızı kanıyla boyanmış yolun ortasında yatıyor.
Halam, kucağında kafası ezilmiş çocuğunun üzerine eğilmiş ağlıyor.
Dayımın üç yaşındaki çocuğu, öldürülen babasının ve annesinin başında neler olduğunu anlamaya çalışıyor.
Yıkılmış evlerin altından çıkarılan cesetlerin başında hanımı, çocuğu, annesi babası ağlıyor.
Gazze Müslümanları yetim kalmışlar.
Anadan, babadan, dededen, nineden, dayıdan, amcadan, kardeşten yetim kaldıkları gibi, iman kardeşlerinden de yetim kalmışlar.
Rabbimiz, “Ne oluyor size” diyor.
Biz de bu uyarıyı, kendimize alalım da “Neler oluyor bize” diyelim ve gereğini yapalım.
Rabbimiz, biz Müslümanların hepsine hitap ederken “Ne oluyor size” diyor, biz de “Bizim dışımızdakilere diyor” diyerek, başkalarını suçlayarak işin içinden sıyrılmaya kalkıyoruz.
Hanımla, memlekette akraba ziyaretlerini yapıyoruz.
Hanımın akrabalarından yaşlı bir hanımefendi, hastaneden yeni çıkmış, hastanedeki bir durumunu anlatıyor: “Ellerimi ayaklarımı bağladılar, iki ayrı serum taktılar gittiler ama ağrıyı durduramıyorlar.
Ağzımla ellerimin bağını çözdüm, ellerimle de ayaklarımın bağını çözdüm, kaçacağım ama yerimden kalkacak gücüm yok.
Sürünerek, apalayarak kaçıyorum, serumların asılı olduğu aletler de arkamdan sürünerek geliyor.
Bir gürültü duydum, kulak verdim, “Kaçıyor, kaçıyor” diyorlar.
“Ben de şaştım kaldım, niye kaçar ki” dedim, “Geldiler, beni kucakladılar, yatağıma yatırdılar ve çözemeyeceğim şekilde yeniden bağladılar. Meğer kaçan benmişim.
Bağrı yanık bir Müslüman, halkı Müslüman olan ülkelerden birinin adını söyleyerek, “Neden bunlar bir şey yapmazlar?” diye bana soruyor.
Kadınlar, dağda koyunlardan süt sağarlarken, yaşlı beyni sulanmış kurt, sürüye saldırmış. Bütün kadınlar, korkudan bir araya toplanmışlar, “Amanın bir erkek olsaydı” diye bağrışırlarmış. Kadınlardan birinin aklına çoban geliş. Bir de bakmış ki, çoban topluluğun en ortasında o da, “Amanın bir erkek olsaydı” dermiş diye bir fıkra anlatıverdim.
Rabbimizi dinleyelim:
“Size ne oluyor ki; Allah yolunda "Ey Rabbimiz, ahalisi zalim olan şu ülkeden bizi çıkar. Bize tarafından bir dost gönder ve bize tarafından bir yardımcı gönder" diyen zayıf bırakılmış erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda çarpışmıyorsunuz?
İman edenler Allah yolunda çarpışıyorlar. Kâfirler ise tağutlar (put adamlar) yolunda çarpışırlar. Öyle ise siz şeytanın dostlarını öldürünüz. Muhakkak şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa süresi ayet 4/75)
Şüphesiz iman edenler, hicret edenler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenlerle onları barındıranlar ve onlara yardım edenler, birbirlerinin dostlarıdırlar. İman edip de hicret etmeyenler, hicret edinceye kadar sizin onlara hiçbir şekilde velayetiniz yoktur. Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse, sizin yardım etmeniz gerekir. Ancak aranızda antlaşma olan bir kavim aleyhinde değil. Allah yaptıklarınızı görür” (Enfal süresi ayet 8/72)
Evimizde otururken aşağıda bir gürültü kopsa, pencereyi açıp bakarken, beş yaşlarındaki kardeşimizi ayaklarının altına almışlar tekmeliyorlar, ne yaparız?
Öte mahalledeki babamızı ve annemizi, aşağı mahalledeki ağabeyimizi ve kız kardeşimizi toplantıya çağırıp durum değerlendirmesi mi yaparız, yoksa hemen aşağıya inip önce onlara saldırmadan, ayaklar altındaki kardeşimizi kaldırmayı mı tercih ederiz?
Beş yaşındaki kardeşimizi kurtarmaya giderken karşı tarafın sayısını, silahını, atom bombasını, hatırımıza bile getirmeyiz.
Ağabeyimizle, küçük kardeşimizle kardeş olduğumuzu nerden biliyoruz?
Annemizle babamız ve mahallemiz böyle dediği için öyle biliyoruz.
Kanunen kardeşliğimizi ispat etmek için, nüfus müdürünün verdiği belgeye inanıyoruz.
Orada “filan şehir, filan köy veya mahalle, cilt no, aile sıra no, sıra no’da kayıtlı filanın ailesidir.
Babam da, annem de, müdür de insandır. Yanılmalar olabilir.
Evlatlık edinmişlerdir de kimseye söylememişler ve kendi nüfuslarına kaydetmişlerdir.
Bütün bunların olduğunu biliyoruz.
Nüfus cüzdanı sahtekârlarını da duyuyoruz.
Ama dünyanın her tarafında yaşayan sekiz milyar insanın, benimle Hazreti Adem aleyhisselamdan kardeş olduğumuzu, bunların içinde İslam’a iman edenlerin İman kardeşi olduğumuzu, annemizi, babamızı, sekiz milyarı yaratan söylüyor:
“Mü'minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'tan sakının ki, merhamet olunasınız.” Kur’an-i Kerim, Hucurat süre no 49, ayet no 18)
Sevgili Peygamberimiz:
“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmedemez, onu yardımsız bırakamaz” (Müslim, Sahih, K. Birr, bab 10)
Yahu, karıncalar kadar olamadık.
Süleyman aleyhisselam ordusuyla giderken karıncalar vadisinde, karıncaların başkanı karıncaların ezilmemesi için tedbir aldığını ve koruduğunu, bunu yaparken Süleyman aleyhisselamın ordusunun karıncayı bile incitmeyeceğini ama “Farkına varmadan ezmesin” diyerek, dünya zalimlerini etkisiz hale getiren İslam ordusunun, bilerek karıncayı ezmez halde olmasına da dikkat çekmiş.
Ayeti okuyalım:
Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordular, Süleyman için toplandı ve onlar düzenli olarak sevk olunuyordu.
“Karıncalar vadisine gelince, (dişi) bir karınca: "Ey karıncalar, yuvalarınıza giriniz. Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin" dedi.” (Neml süresi ayet 27/17-18)
Atlara, fillere ve asker ayaklarına karşı alınacak en iyi tedbiri söyleyerek karıncaları koruyor.
Endülüs yıkılırken, son kale olan Gırnata emiri Ebu Abdullah, 12’nci Muhammed, 1492’de şehrin anahtarlarını İspanyol kralına teslim ettikten sonra, tepeden şehri seyrederken ağlamaya başlar. Ağlayan oğluna, anası, “Ağla oğlum ağla, erkekler gibi savaş meydanında savaşmayana şimdi kadınlar gibi ağlamak düşer” der.
Gazze’de kahramanca direnen Gazzeli kız kardeşlerimizin yerine biz ağlayalım da bari Necip Fazıl Kısakürek merhumun dediği gibi olsun:
“Ağlayın su yükselsin
Belki kurtulur gemi”