Bir öğretim üyesi, İlahiyat Fakültesinde, zamanın fitne rüzgârlarına kapılır, basit mantık tuzağına düşer ve öğrencilerine “Tek referansımız var o da Kur’an’dır” der.
Öğrencilerle tartışma devam ederken öğrencilerden biri hocasından izin alarak yanına kadar varır ve “Tek referansımız olan Kur’an-i Keriminize bakabilir miyim?” der.
Hoca, çantasından Mushaf’ını çıkarır verir.
Öğrenci ilk sayfayı açar ve Fatiha süresi ile Bakara süresinin baş tarafını arkadaşlarına gösterir.
Sonra son sayfayı açar ve Nas süresiyle Mushaf’ın bittiği arkadaşlarına gösterir.
Hocası, şaşkın bakışlarla “Ne anlatmak istiyorsun? Der.
Öğrenci hocasına sorar, “Sayın hocam, Kur’an-i Kerim bu halde mi indi? Diye sorar.
Hoca - Hayır, 23 yılda parça parça indi.
Öğrenci – Her inen süre ve ayetleri sıraya koyan ve bu hale getiren kim?
Hoca – Peygamberimiz.
Öğrenci – Başka diyeceğim yok, siz, yalnız bu kitabı kabul ederek yüzlerce Hadisi de referans olarak kabul ediyorsunuz” der.
Şimdi bu makaleyi okuyan herkes, kendini dinlesin ve “Ben, Kur’an-i Kerimin Allah kelamı olduğunu ilk olarak kimden öğrendim” desin.
Yani Kur’an’ın Kur’an olduğunu kimden öğrendiniz?
Ben cevap vereyim, annenizden, babanızdan öğrendiniz.
Sonra mahalle hocasından öğrendiniz.
Okumasını değil, o iman ettiğimiz, saydığımız, sevdiğimiz, uğruna öldüğümüz Mushaf’ın Allah kelamı olduğunu çocukken anne ve babanızdan öğrendiniz.
Yani siz, değil sevgili peygamberimizi, anne ve babanızı bile referans olarak alıyor ve Kur’an-i Kerimin Kur’an olduğunu onların sözüne inanarak kabul ediyorsunuz.
Kur’an-i Kerimi baştan sona kadar okuduğunuzda yüzlerce hadise de inanmış oluyorsunuz.
Anneniz ve babanız da okuduğu Kur’an-i Kerimin kendi anne ve babasından gördü ve hocasından öğrendi.
Böylece her birimiz, Kur’an-i Kerimin bize gelinceye kadar en az kırk tane raviye/aktarıcıya güveniyoruz.
Tanımadığımız 38 tane raviye/aktarıcıya güveniyoruz ama o Kur’an’ı bize getiren sevgili peygamberimizi referans olarak kabul etmiyoruz öyle mi?
Referans kabul etmediğimizin getirdiğine iman, nasıl bir iman olur?
Konuşurken ve yazarken Hazreti Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (Allah hepsinden razı olsun) den bir söz naklederken- ki bunların sözüne de “Mevkuf hadis) denir- hangi kriterle onların sözünü referans kabul edip naklediyorsunuz?
Onların sözleri de aynı raviler tarafından bize ulaştırılmıştır.
Kur’an-i Kerimi bize nakleden ravilerle Hadisleri nakleden raviler, sevgili peygamberimizin eğitiminden geçmiş Ashabı Güzin’dir.
Sen, onlara “Senin naklettiğin şu sözlerine inanırım, kabul ederim bu sözlerine inanmam” derken, kendini esas aldığıyın farkında mısın?
Anamla babamı esas alırım ama Buhari’ye inanmam dediğinin farkında mısın?
Sayın hocalarımız, tezlerinde Ashaptan, tabiinden, Hasan-ı Basri’den, İmam Gazali’den, Zemahşeri’den nakil yapar.
Onların sözlerinin de raviler yoluyla geldiğini unutur.
Batılı yazarların sözlerini, kaynaklarını vererek yazar, yine o sözlerin de nakille geldiğini, ben bu nakilcilere inanmıyorum diyemediğini görüyoruz.
Her şeyin sahtekârı olduğu gibi, söz sahtekârları da olmuştur.
Günümüzde en yetkili yazar ve konuşmatörlerimiz, söylediğini kuvvetlendirmek için “Kur’an da böyle diyor” diyerek ayet bile uydurduğu gibi geçmiş zamanlarda Hadis uydurucuları da çıkmıştır.
Ama Allah bu dinini kıyamete kadar devam ettirecek ya, işte onun için devamlı olarak uydurma hadisleri ayıklayan ilim adamlarını da çıkarmış ve beyaz pirincin içinden beyaz taşları ayıklar gibi sahih ile uydurmaları ayırmışlar ve uydurmaları “Mevzuat” kitaplarında karantinaya almışlardır.
Gönlünüz rahat olsun.