Müslüman cennetine doğru, kâfir cehennemine doğru gidiyor.
Bu yürüyüşte ömür sermayesi, her saniye ve salisede eksiliyor.
O ömür sermayesiyle halka ve Hakka yaraşır işler yapıyorsak zararda değiliz.
Ana sermayemizden veriyoruz, kalıcı servet elde ediyoruz demektir.
Bankadaki parasının kaç lira ve kuruş olduğunu bildiği gibi, ömür sermayemizin de bilinmediğini ama Rabbimiz tarafından kaç sene, ay, hafta, gün, saat, saniye ve salisesi bilinmektedir.
Aldığımız ve verdiğimiz her nefes, ömür sermayemizden eksiltmektedir.
Onun için Rabbimiz:
“Asra yemin olsun ki,
Şüphesiz (her) insan zarardadır.” (Asr süresi ayet 103/1-2) buyurur.
Şu anda dünyada yaşayan her insan, zarardadır.
Dünyanın en zengin kapitalisti, sağlığını koruyabilmek için, Afrika’da bir devletin bütçesi kadar para harcamakta ama saati dolunca kendi hastahanesinde, kendinin yetiştirdiği Prof Doktorlar nezaretinde bütün ömür sermayesini bitirip, iflasla, inanmadığı Rabbinin huzuruna inkâr yüküyle gidiyor.
Ancak:
“Ancak iman edip, ameli salih işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadırlar.” (Asr süresi ayet 103/3)
Kapalı Çarşı sarraflarından, Tefsir derslerime katılan biri, “Her gün dükkânı kapatırken ana sermayemiz olan altının kilo ve gramına en az bir gram katmadan dükkânı kapatan, zarardadır” demişti.
Ana sermayemiz olan ömrümüz, altından, elmastan, yakuttan, pırlantadan daha değerlidir.
Bu paralardan kaybettiğimizi geri kazanmamız mümkin ama ömür sermayesinden kaybettiğimiz bir saniyeyi geri getirmek mümkin değildir.
İçimize giren ve çıkan her nefesi değerlendirmek, bizim en büyük ticaretimizdir.
İlim meclislerinde bulunanlar, orada geçen bütün saatlerini kâra dönüştürmüş olurlar.
Ömürden iki saat vermişlerse bire on, bire yedi yüz ve daha fazlasını bizim bilemeyeceğimiz kadar sevap kazanmış olurlar.
Halkın yararına olan, Hakkın rızasına uyan her iş, verdiğimiz ömür sermayesini çok iyi değerlendirmek sayılır.
Onun için:
“Ancak iman edip, ameli Salih işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadırlar.” Demiş Rabbimiz.
Gökyüzüne ve yeryüzünde duran hiçbir şey yok.
Her şey, her yerde, hareket halinde.
Damlalar çay oluyor, çaylar dere oluyor, dereler nehirleşiyor ve denize doğru koşuyor.
Hilal, dolunay oluyor, Güneş doğuyor, batıyor, her gün bir saliselik yer değişimiyle hareketine devam ediyor.
İnkârcı kişi, eğitiminden geçtiği kâfirin kulu olarak kâfirliğine devam ediyor.
Ömrünün bir saniyesine sahip olmadığını görüyor…
Çekirdek, toprakta çatlıyor, boy veriyor, çiçek açıyor, tohuma kalkıyor, neslinin devamını sağladıktan sonra toprağa dönüyor ve bunu inkârcı adam gördüğü halde, efendisi izin vermediğinden kâfirliğine devam ediyor ve iki dünyada da eli boş, müflis durumuna düşüyor.
Mesela bugün doğan güneşin, bir salise önce batmasını sağlamamız mümkün değil.
Allah’ın yarattığı seneler, mevsimler, aylar, haftalar, günler, saatler, dakikalar, saniyeler ve saliseler üzerinde oynamamız mümkün olmadığı gibi Allah’ın indirdiği sureler, ayetler, kelimeler ve harfler üzerinde oynamamız da mümkün değil.
Meclis’in kabul ettiği kanunları Cumhurbaşkanı veto edebilir. Ama Allah’ın kitabından bir tek ayeti dünyanın bütün Cumhurbaşkanları, kralları, şahları, padişahları veto edemezler.
Saatin üzerinde gezinen akrep, güneşin doğuşuna ve batışına namaz vakitlerinin giriş çıkışına etki etmez.
Dünya üzerinde dolaşan akrepten daha zehirli insanlar da İslam’ın nurunun yayılmasına engel olamazlar.
Zaman değişmez, zamanda yaşayan insanlar değişir.
Çağlar, mevsimleriyle, aylarıyla günleriyle aynıdır.
Bu çağlarda çağlayan ırmaklar da aynıdır.
Ama çağlayanlarda abdest alanlarla, çağlayana işeyenler değişmekte.
Değerli ilim adamlarından birisinin yanına bir başkası ziyarete gelmiş. Demiş ki, “Efendim sizinle görüşmek, konuşmak, hoşça vakit geçirmek istiyorum.”
O da demiş ki; “Dışarıya çık, güneşi durdur sonra gel, seninle hoşça bir vakit geçirelim. Her anın her zamanın kendisine has işi vardır. Şimdi sen geleceksin beni meşgul edeceksin, meşgul ettiğin zaman içerisinde okuyacağım kitabı bir daha okuyamam.”
Ama efendim ben gittikten sonra okursun” Sen gittikten sonraki zamanın kendine has işi var,” diyor.
Atalarımız da, “Bu günün işini yarına bırakma” demişler.
Niye? Yarının kendine has bir işi vardır da ondan.
O zaman sen bu günü zayi etmiş oluyorsun. Çünkü yaşla beraber iş de büyür.
İlişkiler çoğalır, vakit azalır. Yaşlandıkça gücün azalır ama yükün çoğalır.
Bazıları derki; “40 yaşıma geldikten sonra ben ibadetlerimi yaparım.”
Peki, 40 yaşına geleceğinin garantisi ne?
40 yaşının kendine has görevlerinin olduğunu niye unutuyorsun? Onun için Arab şairlerinden Ahmet Şevki şöyle demiş;
“Dekkatü Kalbi’l-Meri kailetün lehü
İnnel hayate dekaiku ve sevânî
Ferfa’ li nefsike bade mevtike li zikraha
Fe zikrun lil insani umrun sânî”
Kalbinin tiktaklarını dinle, o sana şöyle söylüyor. Diyor ki; ey insan, hayat dakikalardan ve saniyelerden ibarettir. Kendin için ölümünden sonra nefsinin zikrini yükselt.
Çünkü insan için anılmak ikinci bir ömürdür.”
Yani öldükten sonra da anılacak işler yapmalıyız. Sana hayır dua ettirecek işler yaparsan ikinci ömre geçmiş olursun.
Bunu İbrahim (a.s) da Rabbinden istiyor zaten;
“Sonra gelenler arasında bana doğruluk dili kıl. (Geride kalanlara hoş bir sada bırakayım.) (Şuara süresi ayet 26/84)
Yani benden sonra gelen insanlar arasında iyilikle anılan bir insan olayım. İkinci bir ömre geçeyim diyor. Hz. İbrahim ikinci bir ömrü hak eden insanlardandır. Biz her gün namazımızda “Allahümme salli barik” dualarında onu hayırla yâd ediyoruz.
Peygamberimiz bir hadislerinde ne güzel ifade etmiş;
“Allah’ın insanlara lütfettiği iki nimet vardır ki, birçok insan bu nimeti değerlendirmede aldanmışlardır. O nimetler de sıhhat ve boş zamandır.” (Buhari Sahih, K. Rikak bab 1, Tirmizi Sünen, K. zühd bab 1) Sıhhatinin değerini ancak hastalandığı zaman anlıyor insanlar. Boş zamanlarını da değerlendiremiyor.