Hastahaneler, doğum nedeniyle sevinenlerle, ölüsüne ağlayanların buluşma yeridir.
Evin penceresinden görünen ormanlık, dedelerinizin ebedi istirahat yeri midir, yoksa ebedi azap yeri midir bilinmeyen kabristandır.
Arada bir evinize yakın caminin minaresinden bir Sala verilir ve arkasından, “Allah rahmet eylesin” denir ve ölen şahsın adı söylenir.
Şehirlerde hemen her öğle ve ikindi namazlarında caminin musallasında cenaze namazı kılınır.
Bütün bunlar, bizi uyarmak ve aklımızı başımıza almak içindir.
Dijital teknolojiyi geride bırakıp, yapay zekayla işlerimizi gördürmeye, yemek yapıp bulaşık yıkatmaya başladık ama Hazreti Adem’den beri var olan ölümü engellemeye gücümüz yetmedi.
Hatta şairimizin biri:
“Aklı olan kulluk etsin Rahman’a
Ne taç kaldı ne taht Nuşirevan’a
Nice bin padişah geldi cihana
Ne Karun’a kaldı ne Süleyman’a” deyivermiş.
Kurtuluş ne?
Ölümden kurtuluş yok.
Ancak kabrimizi, cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur haline dönüştürmek bizim elimizde.
Sevgili peygamberimiz:
“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur” buyurur. (Tirmizi, Kıyame, Bab 26, Hadis No:2460, Taberani Mu’cem-i Kebir, Müntesır bin Muhammet Hadisi)
Bu gün, hangi lisede veya üniversite, bu Hadis’i şerif ders olarak okutulabiliyor?
Okutmak şöyle dursun, “Okutulsun” diye teklif edenin alnına, haramiler tarafından “Yobaz” veya “Gerici” damgası vurulur.
Rabbimiz buyurur:
“Mallarınızı aranızda batıl yolla yemeyiniz ve o malları bilerek, günaha girerek insanların mallarından bir kısmını yemeniz için hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyiniz.” (Bakara süresi ayet 2/188)
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak kendi karınlarına ateş yemiş olurlar ve yakında aleve atılacaklar. (Tüyü bitmedik yetimlerin de hakkı olan özel mallardan da, topluma ait mallardan da haksız yere zimmetine geçirenlerin, bu yaptıklarının kendi ateşlerini kendi elleriyle toplamak olduğunu bildirir.) (Nisa süresi ayet 4/10)
Kısa bir ömür içinde konforlu bir hayat yaşamak adına yapılan haksızlıklar, hak yemeler, ahirette uzun bir zaman veya ebediyen yanmaya sebep oluveriyor.
Bu dünyada ağzında tat olan şeyler, ahirette karnında ateşe dönüşüyor.
Taksim meydanında sihirbazın biri ateş yemeye başlasa hayretler içinde kalırız.
Adamın biri ateş yakıp bir demiri kızartıp, ağzına soksa ve yemeye kalksa, ağzını, dilini, boğazını yaksa, hemen zorla onu Ambulansa atıp hastahaneye götürürüz, tedavisinden sonra Akıl Hastahanesine teslim ederiz
Bize bizden daha merhametli olan Rahmet peygamberimiz, Mina’da yaptığı konuşmada bizi uyarıyor:
“Kanlarınız, mallarınız, namuslarınız, size haramdır” (Buhari, Sahih, K. Hac, bab 132 Hutbetü eyyami Mina)
Sevgili peygamberimiz,
“Bir kişinin yemeği iki kişiye yeterlidir. İki kişinin yemeği dört kişiye yeterlidir. Dört kişinin yemeği sekiz kişiye yeterlidir” (Müslim, Sahih, K. Eşribe, bab 33 Faziletü Müsavat)
Başkasının hakkını yemek şöyle dursun, kendisinin de hakkı olan hazinede “Tüyü bitmedik yetimin” de hakkı olduğunu bilen ecdadımız, hele hele bütün bir millete ait olan mallarda daha hassas davrandığı gibi, kendi helal malında bile “Göz hakkı” olacağından, yemek yerken kendisini görenleri yemeğe davet ettiği gibi, bağ ve bahçesinde yol kenarında olan sebze ve meyvelerin bir sırasını yoldan geçenlere “Hayrat” adı altında göz hakkı için ayırmıştır.
Bu gün eğitimde, İslami eğitime geçsek, 23 yılda aynı duruma gelebiliriz.