Camiler, herkesin rahatça, randevu almadan, kimseden çekinmeden gönül rahatlığıyla girilebilen yerlerdir.
Sevgili Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettiğinde yaptığı ilk şey mescid olmuştur.
Kardeşinizin evine bile gideceğinizde haber verir, müsait olup olmadıklarını sorarsınız ama cami/mescidler ise kimseye sormadan girilebilen yerlerimizdir.
Ama camilerden en az faydalanan da imam ve müezzinlerimizle beraber cemaatimizdir.
İmam ve müezzinlerimizde ayıp aramayın.
İmamla cemaat bizler, birbirimizin aynısıyız.
İmama göre cemaat, cemaate göre imamız.
“Hocam, bizim cemiyetimiz, İslam’a hizmet cemiyetidir” diyenlere soruyorum, “Cemiyetinizde namaz kılacak mescidiniz var mı?” dediğimde çok heyecan ve sevinçle “evet” diyor.
İslami cemiyetler, dernekler, vakıflar, tekkeler, kurumlar, kuruluşlar… hepsi camiye cemaat toplama yeridir.
Camiden cemaat kapma yeri değildir.
Cami, cemiyet, cemaat, cuma kelimeleri aynı köktendir.
Nasıl ki cuma namazı camide kılınır, cemaat de camide olur, cemiyette kılınan namaz, camide kılınan gibi değildir.
Camide her Müslüman bulunur ama cemiyetin camisinde sizin derneğin adamları bulunur, arada bir de size destek verenler bulunur.
Eskiden tekkeler, camiye cemaat toplama görevi yaparlarken Müslümanlar her konuda yükselmişler ama bir gün gelmiş tekkeler, camiden mürit çekme yerine dönüşmüş ve biz parçalanmaya başlamışız
Cemaatini, ümmet olarak isimlendirmiş; “El küfrü milletün vahıdetün/Kâfirlik tek millettir” buyurmuş.
Dünyada iki millet vardır. İman edenler, iman etmeyenler. (Münafıklar, iman etmeyenler arasında sayılır) Aslında iki tane dernek kurmalı; iman edenler derneği, iman etmeyenler derneği.
Her grup dernek kurup kapısının üstüne “Üye olmayanlar giremez” yazarlarsa ayrımcılık başlamıştır.
Çiftçi, ziraat mühendisi, hâkim, davalı, davacı, veteriner, besici, pilot araba sürücüsü, başkan, işçisi, camide aynı safta, omuz omuza verse, çok şey değişir ülkemizde.
Müslümanların derneği camileridir.
Tüzükleri var; Kur’an-ı Ke¬rim’idir, sünnet-i seniyyedir.
Üye olmak şartı; T.C. vatandaşı olmak değil, Müslüman olmak yetiyor.
Kelime-i şahadet getirdin mi, Af¬rika’dan ta Antarktika’ya kadar bütün dünya insanı oraya üye olabilir¬ler.
Müslüman olmayanların İslam’a girmesi için ırkına, dinine, diline, bölgesine, rengine bakılmadan aranan şartlar:
Kula kulluğu bırakacak.
Avrupa kriterleri, Amerika kriterleri, Çin veya Rus kriterleri adı altında insana tapınmayı bırakacak.
Onların yerine bütün insanları yaratanın kıstasını/kriterlerini kabul ettiğini diliyle de “Eşhedü en La ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasülühü/Ben şahitlik yaparım ki, Allah’tan başka yaratan, yaşatan, yöneten ve donatan yoktur; ve ben şahitlik yaparım ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve Rasülü’dür” diyerek i’lan edecek.
Efendimiz (s.a.v.), mescitten devletin bütün faaliyet¬lerini yönetmiştir. Bugünkü tabirle cumhurbaşkanlığı makamıdır mescit.
Aynı zamanda mah¬kemedir.
Yani devlet içerisinde meydana gelen meseleler mescitte halledilir.
Mescidin dışında evde de dava halledilir. Bir caddede de, sokakta da halledilir.
Efendimiz (s.a.v.)’e geliyorlar. Ya Rasülallah şöyle şöyle oldu, o derdini anlatıyor, bu derdini anlatıyor. Efen¬dimiz (s.a.v.) de hükmünü veriyor.
O zaman da haklar ve halklar vardır.
Günümüzde camisi olan adliyeler vardır.
Yani, cami, adliyenin içindedir.
Hâlbuki adliye, caminin içinde olmalıdır.
Medine’de Sevgili Peygamberimizin evi, cami duvarını paylaşmaktadır.
Eğitim, adalet, sağlık, güvenlik… gibi kararlar mescidde alınır ve eğitimi yapılır.
Zamanın, mekânın, eğitim verenin, eğitimi alan üzerinde etkisi çok büyüktür.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) evinde, yolda, dağ başında, çölde de hüküm verirdi, mescitten de hüküm verirdi, yolda giderken de hüküm verirdi.
Günümüzde hukuk uyuşmazlıklarının “arabuluculuk” adında uygulamaya konulması Kur’an-ı Kerim’in tavsiye ettiği “hakem” usulüne dönüştür.
Bu rejime göre ayarlı görüşünüzle, dediklerimi gözünüzde büyütmeyin.
İmamlarımızı İslam hukukuna göre yetiştirsek ve onlara “arabuluculuk” yetkisi verilse mahkemelerin işleri kolaylaştırırlar.
Hiç konu edilmez ama Halil Gönenç, Mehmet Savaş ve diğer çok değerli hocalarımıza ya gelerek veya telefonla davalık sorunların sorulduğunu ve cevaplara göre hareket edildiğini ben biliyorum.
Eğitim mescidde yapılırdı.
Sevgili Peygamberimiz, “Yeryüzü bana mescid kılındı” hadisine göre her yer mescid ve her yerde adalet dağıtmakla görevliyiz.
Mescidin kenarında olan Suffe’de evsiz öğrenciler kalırlar ve 24 saatlerini Sevgili Peygamberimiz’i takiple geçirirler Onun camide, sokakta, pazarda, dükkânda, her türlü hareketinde söylediklerini ve yaptıklarını bize nakletmek için çalışırlardı.
Yani, mescid/cami başkanın evinin, kışlanın, eğitimin, yönetimin merkezindedir.
Günümüzde bunlar olmaz hocammmmm.
Olmazları olduran Allah cellecelaühten ümit kesenlerle olmaz.
Bunu biraz gerçekleştiren bir müftüyü ben gördüm. Görev yaptığı küçük şehirde dayak yiyen müftüye gelir, dayak atan da müftüye gelir.
Kız kaçıran da müftüye gelir, kızı kaçırılan da müftüye gelirdi.
Birkaç sene kaldı o şehirde ve suç oranı en aza iniverdi.
Otel parası olmayan davalı ile davacıyı, kız kaçıranla kaçırılanı kendi evinde müsafir ederdi.
Şehre, komünist bir kaymakam atanır, müftünün durumunu öğrenir, müftüyü çağırır ve “Benim olduğum yerde benim sözüm geçer. Sen varken ben burada görev yapamam. Senin alınmanı isteyeceğim” der ve aldırır.
Olsun, o gittiği ilçede iki yüz yıldır süren kan davalılarını barıştırmakla, şehirde evlenirlerken kızın babasına ödenen başlık parasını yürürlükten kaldırmakla, gazetelere haber olmuştu.
Allah rahmet eylesin.
Kim o?
Ne yapacaksın? Sen, o ol.