Bildiğiniz hikâye, akrep, derenin karşısına geçecek ama boğulma tehlikesi var.
Derenin kenarında beklerken, derede nazlı nazlı gezen, suyu yaratan Rabbini tesbih ederken kurbağayı gören akrep, “Kurbağa kardeş, beni karşıya geçirir misin?” deyince almış sırtına, karşıya geçince iniş esnasında kurbağayı zehirlemiş. Kurbağa, “Bu da yapılır mı?” dediğinde, akrep:
“Kurbağa kardeş valla kinimden değil, tabiatım böyle” demiş.
Kendi peygamberleri Zekeriyya ve Yahya peygamberleri öldüren, İsa aleyhisselamı öldürmeye teşebbüs eden, iki bin yıldır vatansız, devletsiz, dünyada deli depeldek dolaşan, bu sürüler, sanki “Biz, devlet değiliz. Çocuk katilleriyiz. Bizi bu halimizden kurtarmak için bu devlet silahını bizim elimizden alın, bize mâni olun, öldürmeden edemiyoruz. En çok da çocuk öldürüyoruz” diye sanki yalvarır gibiler. Biz, bu çığlığa kulak verelim ve ellerindeki devlet silahını alıverelim.
30/03/2001 tarihinde dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, İsrail’e gittiğinde İsrail eski Başbakanı Ehut Barak, “Osmanlı döneminde tek pırpırlı bir onbaşı, 20 kişilik askeri gücüyle burayı huzur içinde yönetiyordu” diyerek, Demirel'i güldürdü” haberi gazetelerde yayınlanmıştı.
Bu, hasta bir ruhun çığlığıdır.
Kin, intikam, haset, gasp, cimrilik, asık surat, çatık kaş, ağlanmak, sızlatmak, kan dökmek, gözyaşı akıtmaktan zevk almak hastalığının bulaşıklarından dünya rahatsız ya o zehirleri kursağında taşıyana ne diyeceğiz.
Annesini ve babasını yaktıktan sonra evlerine yerleşen Yahudi yerleşimcilerden intikam almaya yemin eden Filistinli Müslüman çocuklar, üzerlerine bombaları sarıyorlar, Siyonistlerin üzerine yürüyorlar, kendi canlarıyla beraber birkaç Siyonist askerin ölmesine sebep olurken annesi ve babası Yahudi de olsa çocukları öldürmeye teşebbüs dahi etmiyorlar.
Aradaki fark nedir?
Aynı coğrafyada, aynı havayı soluyan, aynı yaştaki mücahitlerle Siyonist askerler arasındaki farkı fark etmek daha da kolaylaştı.
Mücahitlerin elindeki Siyonist esirlerle Siyonist işgalcilerin elindeki mücahitler takas edilirken bütün dünya gördü; Siyonist esirlere iyi bakıldığı halde, Müslüman esirler ayakta duramayacak halde idiler.
İki gün önce kızımın Şifa Sanatevine gelen, Yahudi asıllı Amerikalı bir hanımefendinin, işgalci Siyonistlerin yaptıklarını Amerika’da basından gördükten sonra, onlarla aynı dinde kalamayacağına karar verip, Amerika’da yeni Müslüman olan, tesettüre bürünen hanımefendiyi anlattı kızım bana.
Bu da gösteriyor ki; sonunda kazanacak olan Filistinli Müslümanlardır.
Fransızlar, Cezayir’i kolay işgal ettiler ama orada kolay kalamadılar.
Yüz binlerce Cezayirliyi öldürdüler, sakat bıraktılar, buna karşılık kendileri de bir türlü asayişi sağlayamadılar ve 130 yıl sonra defolup gitmek mecburiyetinde kaldılar.
İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı, Yunan’ı, Türk topraklarını bir süre işgal ederler ama sonunda çekip gitmek veya denize dökülmek mecburiyetinde kalırlar.
Ruslar, Afganistan’da işgal etmediği bir karış toprak bırakmamıştı.
Türkiye’de Rus taraftarı yazarlarımız o günlerde de “İşte bu kadar” diye sevinç çığlıkları atmışlardı.
Daha sonra sevinçleri kursaklarında kalmıştı.
Rusya’nın çekildiği günün gecesinde aynı yerlere Amerika yerleşmişti ama o da ardına bakamadan çekip gitti.
Sızlanmaya, kabahati bir başkasına veya Allah celle celalühe bulmaya gerek yok.
Uhud Savaşı’nı Müslümanlar kaybedince sahabeden bir kısmı şaşırdı.
Başımızda Peygamber varken, Allah O’nu görevlendirmişken, “Bu bizim başımıza nereden geldi?” dediler.
Rabbimiz:
“Onlara (Bedir'de düşmanın başına) iki kat (zarar) uğrattığınız musibetten biri, kendinize uğrayınca mı "Bu nereden (çıktı)?" (dediniz.) De ki: "O kendinizdendir" şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Al-i İmran süresi ayet 3/165)
Biliyorsunuz, Okçular Tepesi’ni terk edip dünyalık peşine düşenler sebep olmuştu.
Yani günümüz diliyle “Mücahitken müteahhit olanlar” sebep olmuştu.
“Bir gün Habbab b. Eret, Sevgili Peygamberimiz’e geldim, Kâbe’nin gölgesinde bürdesine bürünmüş yatıyordu, “Ya Rasülellah, zalimlerin zulmünden kurtulmamız için dua etmeyecek misiniz?” dedim.
Sevgili Peygamberimiz oturumuna geldi, yüzü kıpkırmızı olmuştu ve şöyle dedi: “Sizden öncekilerin eti ve sinirleri demir taraklarla kemiğinden ayırılırdı da bu zulüm onları dinlerinden ayıramazdı.
Bıçkıyı başın tam ortasına koyarlar, başını ikiye ayırırlardı, yine de dininden döndüremezlerdi. Elbette bu iş tamama erecek. İslam hâkim olacak. Bir atlı, San’a şehrinden Hadramut’a kadar tek başına gidecek ve Allah’tan başka kimseden korkmayacak” buyurur. (Buhari, Menakıb’il-Ensar hadis 3852, Beyhaki, Delail 2/283)
Müslümanlar olarak bizler, dünyaya gelecek en son insanın dahi Allah’ın emir ve yasaklarına uygun şekilde yaşaması ve ahirette cehennemde yanmaması için çalışan insanlarız.
Bir kişi olsak da, bin kişi olsak da bunu yapmaya devam edeceğiz. Dünyanın bütün kâfirleri bir araya gelseler, Firavun, Nemrut, Karun çizgisindeki zalimlerin geliştirdiği bütün işkence çeşitlerini uygulasalar Müslüman’ın dilini davadan belki döndürebilirler ama gönlüne hâkim olamazlar.
Çünkü gönül ferman dinlemez.