“Sahte hocalar” diyerek onlara kızanlara ve İslam’ı bozmak için onların her birini, yabancıların besleyip, büyütüp, prof olarak ortaya sürdüklerini söyleyenlere soruyorum, “Bunlardan kaç tanesinin adını söyleyerek sayabilirsiniz?”
Şunu aklımızın en derin yerine dikelim, fikrimizin en tepesine paratoner gibi dikelim ve gönlümüzün her tarafına süs yapalım ki; bu dünyada hiçbir devletin İslam’a zarar vermesi mümkin değildir.
Delil mi istersiniz?
Buyurun miladi takvime göre 1415, Hicri takvime göre 1460 yıldır Kur’an-i Kerim’in tek ayetine, tek kelimesine ve tek harfine zarar verememişler.
Müslüman’a da zarar veremezler.
Öldürürlerse şehit yaparlar, kaybederlerse gazi yaparlar.
Bizi ve çocuklarımızı eğitim yoluyla kâfir edip cehenneme sevk ederlerse yine İslam’a değil, gafil Müslümanlara zarar verirler.
Yüz elli bin civarında Diyanet İşleri Başkanlığındaki hocalar, ilahiyyat ve İslami ilimler fakültelerinde elli bin civarında öğretim üyesi ve görevlisi var.
Milli Eğitim ve özel okullarda yine elli bin dolayında din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri var.
Sayısını bilmediğimiz medrese hocaları ve onların icazet verdikleri var.
Aklınızdan geçen soruya cevap, “Biz cemaate göre imam, imama göre cemaatiz; birbirimizi kırmadan uyandırmaya çalışacağız.
Bu yanlış yapanların kaç tanesinin adını yazabildiniz?
Beşe vardırabilen çok azdır.
Daha önce yazmıştım, bir konferansımdan sonra otelin lobisinde dinlenip çay içerken bir tıp doktoru, “Uyuşturucunun önüne geçebilmek için okullara ders okuyup öğrencileri bilinçlendirmek gerekir. Halkı bilinçlendirmek için toplantılar yapılmalıdır” gibi teklifler söylemişti.
O günlerde üniversiteleri zararlı alışkanlıklardan uzaklaştırmak için devlet eliyle konferanslar veren kişinin çantasında uyuşturucu taşıdığı ortaya çıkmıştı.
Onu örnek verdikten sonra ona, “Rakı, şarap, viski, votka… gibi içecekler de uyuşturucu mu, doktor olarak söyle” dedim, “Evet uyuşturucudur” dedi.
“Senin en bilinçli kabul ettiğin yüz tane bilim adamı seçsen ve onlara sorsak kaçı uyuşturucu kullanmaz?” dediğimde “Ben kaybettim” demişti.
Ben devam ettim, “Bu şehirden İzmir’e kadar seçme yapmadan sıradan yüz tane imama uyuşturucu kullanır mısın” desek bu soru ona hakaret olur ve uyuşturucu kullanan bir tane imam çıkmaz” demiştim.
Aslında durumun bu olduğunu, bütün yazar, çizer, basın mensuplarının her gruptan hepsi ve bütün politikacılar durumun bu olduğunu bilir.
Hepsinin bildiklerini nereden bileceğiz?
Politikacılar ve basın-yayında çalışanların hepsi, din hocalarının her birini, gelin elbisesi gibi bembeyaz, tertemiz olduğunu iç dünyalarında taşıdıklarını farkında olmadan o bembeyaz elbiseye bir damla pislik bulaşsa onu fotoğraflayan, yazan, çizen ve yorumlayanlar, bunu hocaya yakıştıramadıklarından en büyük puntoyla en görünen yerde haber yaparlarken, “Yakıştıramadık sana” demiş olurlar.
Bizler de bu yayınlana doğru ise hemen tevbe edelim, yanlış ise bundan sonra daha dikkatli olmamız gerektiği dersini alalım.
Fotoğraf çektirmeye gittiğinizde, stüdyoda canlı yayın yapılacağında, çekim yapan görevli, sizin görüntünüzün daha güzel ve kusursuz olması için sizin farkına varamadığınız şeyleri sizden daha iyi görür ve kendi eliyle düzeltir.
Beş yüz yıldır yazdığı eserle ayakta kalan bir yazarımızın kitabından bir yanlışını bana anlatan ve “Bu adamlara mı kaldı bu dini anlatmak” diyen bir merhum dostuma, “Sen o kitabı okumadın, filanın yazdığı tekidi okudun” dediğimde “Evet kitabı okumadım” dediğinde, “Ben okudum, kitapta beş yüz tane doğru bir tane de senin anlattığın yanlış var.
Yazar hâlâ edebiyyat semasının yıldızları arasında parlamama ve edep ve edebiyyat üzerine en anlaşılır ve en akıcı dille beş yüz tane doğruyu örnekler vererek anlatıyor. Sen bu tenkidinle seni sevenleri bu kitaptan mahrum ediyorsun” dediğimde “haklısın” demişti.
Sizce hata yapan çağımız insanlarının faydalı tarafları zararlarından fazla ise sizin göreviniz onu ziyaret ederek o yanlışın doğrusunu söylemek ve delillendirmektir.
O bir yerde size göre yanlış yapmışsa, o yanlış orada kalabilecekken, siz onu sözlü veya yazılı olarak etrafa da sıçratmış oluyorsunuz.
Katran kazanına batıp çıkmış gibi, günah deryasında debelenen bir ünlüye ne desinler?
Sevgili Peygamberimiz, hiçbir kâfirin yanlışını, “Filan şöyle demiştir veya yapmıştır” dememiş ama o yanlışın ne olduğunu söylemeden yapılması gereken doğruyu tebliğ etmiştir. Doğrusunu söylemiştir.
Mezhep imamlarımız da aynı yolu izlemişlerdir.
Fıkıh kitaplarımızda imamın birinin içtihadı verildikten sonra “hılafen li…/filan âlime muhalif olarak” diye yazılan “muhalefet” kelimesi de mezhep imamlarının sözü değil, fıkıh kitabını yazan yazarın sözüdür.
Yani biz, yanlış yayıcısı değiliz.
Faydası zararından fazla olan Müslümanlarla değil, direkt zararlı din düşmanlarına engel olmak ve onun da kendimizin de yolunu cehennemden uzaklaştırıp cennete giden yola yaklaştırmaktır.
Bunu yaparken de bize has, bize özel fikirlerle değil, onu da, seni de, beni de, yaratanın kelamıyla, O’nun elçisinin söz ve davranışlarıyla güzelleştirdiğimiz ahlak ve üslupla, sözsel ve görsel uyarıcı olmaya çalışacağız. Rabbimiz yardımcımız olsun.
Yorumlar
Kalan Karakter: