Herkesin kendine ait fikri vardır. Bizim de fikrimiz vardır.
Akıl akıldan üstün olduğu gibi, fikir de fikirden üstün olabilir.
Onun için hiçbir kimseye İslam adına, kendi fikrimizi sunmayalım.
Sekiz milyar insanın aklını ve gönlünü yaratan Allah celle celalühün ayetlerini ve gönderdiği elçisi Muhammed aleyhisselamın sünnetini sunalım insanlığa.
Resmen Avrupa Birliği’ne giremesek de fiili olarak girdik.
Beş milyona yakın insanımız Avrupa şehirlerinde beş bin cami, yüz binin üzerinde iş yeri açtı ve Avrupalıları işyerlerinde çalıştırıyorlar.
Altmış yılı bulan bu Avrupa yolculuğumuzda Avrupalıya ne verebildik?
Avrupa’nın geliştirdiği teknolojiyi en iyi bir şekilde öğrenen öğrenci ve Prof’larımız Avrupalıya ne diyebilir ki?
Onun öğrettiğini ona satamayız. Ancak o bilgimizle ona hizmet ederiz.
Yabancı dili Türkçesinden daha iyi olan, İngiliz kültürüne âşık olup kendi kültüründen iğrenen, her şeyiyle kendini kendi halkından uzaklaştırıp Avrupalıya benzetmeye çalışan insanımız onlara ne verebilir?
Torosların tepesinde yaşayan köylülerimizin davranışlarının Amerikalı birinin nasıl Müslüman olmasına sebep olduğunu yazmıştım.
Arif Nihat Asya’nın, “Eğer bunların elinden gelse rüyalara bile sansür koyacaklar bir gün” dediği günlerden gelen insanlarımız, Karacaoğlan’ın:
“Dilleri var bizim dile benzemez,
İlleri var bizim ile benzemez” dediği ülkelere vardılar.
Bir ara şaşkınlaştılar ama hemen camilerin çatısı altında toparlandılar.
O günlerde bir elçimiz dernek ve vakıf temsilcilerine, “Sizin bu ülkelerde cami açmanızdan utanıyorum” cümlesini kullandığında, işçilerimiz yine olgun davranmış, “Elçimiz içinden bizi destekler. Ama Batı’ya açık vermemek için böyle söyler” demişler ve camii yapmaya devam etmişler.
Almanca veya İngilizce bilen Batı hayranı bir tek insanımız bir tek Batılının Müslüman olmasına sebep olmamıştır.
Almanya’da doğup orada okuyup, cami çevresinde büyüyüp doktora yapan bir delikanlımıza, “Türklerin Avrupa’da cami açma işine giriş tarihleri, kimlerin başlattığı, kültür seviyelerinin ne olduğuyla” ilgili doktora konusu verilir.
Bir konferanstan sonra o şehirde üniversitede okuyan ve okutan elli civarında vatandaşlarımızla sohbet ederken o doktora sahibi genç, “Ben, hep ilk Avrupa’ya gelenler en az bir yabancı dil bilselerdi ve üniversite mezunu olsalardı derdim ama şimdi vazgeçtim. Eğer bizim gibi olsalardı hiçbir şey yapamazlardı” dedi ve bazı örnekler verdi.
Amerika’da kalan bir profesörümüz “çevre” üzerine araştırma yapar. Uzun araştırmaları neticesinde köyündeki analığının söylediği bir söz gücünde bir söze rastlayamadığını yazar. Profesörümüzü ve eserlerini sevmeme rağmen ismini vermiyorum. Çünkü o, “Biz”i yazarken elli kadar ayet ve hadisi kendi sözü olarak kitabına almış.
Kur’an’ın ve hadisin kaynağını vermemiş.
Konfüçyüs’ten bir cümle nakletse, aydın olur, ama naklettiği güzel sözlerin Kur’an veya hadisten olduğunu söyleyecek olursa, paraya hükmeden bir avuç insanın kara listesine alınacağını bilir.
Ferhan Şensoy bir güldürüsünde, “Ne demiş Konfüçyüs?” diyerek kendi sözlerini söylerken, belki yabancı hayranı insanlarımızla dalga geçiyordu.
Ama bu bizim doğuştan medeni insanlarımızı cahil bırakmak için hiçbir kusur yapılmamasına rağmen, görenek ve gelenekleri ve yalnız adına âşık olup da kendini kucaklayamadığı İslam’ıyla Avrupa’ya gitti ve yalnız Almanya’da Müslüman olan Almanların sayısı yüz bine dayandı.
Evlilik için Müslüman olanlar bu sayıya dâhil değil.
Kur’an-ı Kerim’in 114 suresinden 44’nün nazil olduğu yıllarda bu 44 sure ile eğitilen Müslümanlar, baskıların artmasıyla Habeşistan’a hicret ederler.
Mekke devleti, iki elçi göndererek Habeşistan’dan sığınma isteyenlerin Mekke’ye geri döndürülmesini ister.
Habeş kralına, “Bunlar sizin dininize de inanmazlar. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak kabul etmezler. Senin yanına geldiklerinde sana secde etmezler” diyerek doldururlar.
Kral, sığınmacıların huzuruna gelmelerini emreder.
Hz. Ali’nin kardeşi Cafer’in başkanlığın da kralın huzuruna başları dik olarak girerler. Tam karşısında dururlar.
Kral- Niçin eğilerek selâmlamadınız?
Cafer- Yeni dinde Allah’tan başkasına eğilmemeyi öğrendik.
Kral- Siz Hıristiyan mısınız?
Cafer- Hayır.
Kral- Yahudi misiniz?
Cafer- Hayır.
Kral- Dininiz nedir?
Cafer- İslam.
Kral- O nedir?
Cafer- Allah’tan başkasına kulluk yapmamak ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamaktır.
Kral- Peki İsa hakkında ne diyorsunuz? Dediğinde, Cafer Meryem süresinin başından kırkıncı ayete kadar okur.
Kral- “İşte Meryem oğlu İsa bu Kur’an’da tarif edilenden başka bir şey değil” der ve iman eder.
Batılı Hıristiyanlara, Tanrı’yı öldürüp kiliseye gömdüğüne inanan, ahlâkı etikleştirmeye, sineğin gülden kaçtığı gibi İslam’dan kaçmaya çalışan sekülerlere biz, “Meryem” süresini okumaya devam edelim.