Fareye demişler ki; “Şu delikten bu deliğe kadar koşacaksın. Eğer on saniyede geçersen sana bir kilo peynir var.”
Fare: “Ben o yolu beş saniyede geçerim ama kedi nerede olacak?”
- “Kedi yok.”
- “Tuzak nerede duracak?”
- “Tuzak da yok” demişler.
Fare; “Ben bu yarışta yokum. Mesafe küçük, mükâfat büyük, risk yok. Bunda benim aklımın ermediği bir durum var” demiş ve yarıştan çekilmiş.
Batılılar, Avrupa’nın her tarafına dağılan Yahudilerin birçoğunu Hristiyan Hitler’in eliyle yok ettikten sonra, geride kalanlardan kurtulmak için ellerine tenekeler dolusu altın vermişler ve Filistin’e yerleşmesini istemişler.
Yahudi, sormuş:
- “Osmanlı ne olacak?”
Avrupalı: “Osmanlı yok.”
Yahudi: “Ya Filistinliler?”
Avrupalı; “Onların da parası ve silahı yok” deyince Yahudi, bal tasına dalan sinek gibi dalmış.
Batı’nın desteğiyle işgal ettiği topraklarda debelenip durmakta.
Öldürülme korkusuyla yaşayıp öldürmekte.
Dünyanın bütün işgalcilerinin psikolojisi aynıdır.
İngiltere, Filistin’i işgal etti ama orada kalmanın bedelinin çok ağır olacağını biliyordu ve altını görünce dayamayan Siyonistler Batı’nın jandarma karakolluğunu kabul ettiler.
Akrebin kendi sırtında hep zehir taşıdığı gibi, Filistin’deki Yahudi de, evinin her köşesinde Amerikan malı silahlar taşımakta.
Daha önce yazmıştım; Kapalıçarşı’dan bir Yahudi vatandaşımız delikanlı, İsrailli bir kızla evlenirler.
İsrail’e taşınırlar ve delikanlı ilk defa girdiği bu evin yatak odasında iki makineli tüfek, yemek salonunda dört duvarda dört silah, banyoda bir silah görür ve eşine sorar, “Bu ne, burası silah deposu mu, yoksa gerdek odası mı?” der ve izinin üzerine geriye kaçar gelir.
İçinde oturduğu evde rahat uyumamakta.
Çünkü o evi kendisinin yapmadığını bilmekte.
İşgal ettiği evin, ocağını söndürdüğü ailenin, sürünen çocukları evin karşısında yazın yanarken, kışın donarken çıkardıkları diş gıcırtısı uykularını kaçırmakta idi.
Her şeyini kaybetmiş bu çocukların ne yapabileceğini, Batılı sosyolog, psikolog ve pedagoglar da bilememekte.
Senelerdir korkuyu, kumaşı yılan derisinden, akrep iğnesiyle dikilmiş bir yorgan gibi üstüne çeken Yahudiler, Londra, New York, Paris, İstanbul gibi şehirlerdeki Yahudilerle de kavga etmeye başladılar. “Bu ağlama duvarının önünde bizim anamız ağladığı gibi rahimlerdeki çocuklara da korku sirayet etti. Gelin biraz da sizin çocuklarınız ağlasın” diyorlar.
Zulmettiği insanların ahları gündüz hayallerinde gece düşlerinde aleve dönüşüyor ve devlet başkanından erine kadar Batı’nın jandarma karakolunda eli tetikte bekliyor.
Yahudiler dünyanın en eski milletlerinden olmalarına rağmen dünyada en az nüfusa sahip insanlardır.
Mağlubiyet, zillet ve korku içinde yaşamışlardır, yaşamaya da devam edecekler.
“Zulm ile abad olanın sonu berbat olur” demiş atalarımız.
Bal arısını yiyerek geçinen Zanbur’u tanıyanınız pek azdır. Ama bal arıları dağları taşları ve çiçekleri tutmuş, milyarlarcası sizlere bal vermek için çalışıyor.
Bir kurt, bin kuzuyu korkutup kaçırabilir ama dağ taş koyun ve kuzuyla dolu.
Günde birkaç ton küçük balık yutan balinaların nesli tükeniyor ama denizler, küçük balıklarla dolu.
Kartalların nesli tükenirken, evinizin balkonunda serçelerin mutluluk veren seslerine kulak veriniz.
Mal ve servetle ayakta durulabilseydi Karun dururdu.
Hile ve tuzakla başarılı olunsaydı Haman başarılı olurdu.
Saltanatla, kaba kuvvetle başarılı olunsaydı Firavun başarılı olurdu.
Hazreti Musa’ya ihanet eden,
Tevrat’ı tahrif eden,
Hazreti İsa’ya ve annesi Meryem validemize iftira eden,
Kur’an’a, İslam’a, iyi ve güzel olan her şeye harp açan…
İki bin yıldır, neslini hep kırdıran, altın ve dolar uğruna dünya devletlerinin yarısından fazlasından sürgün edilen, şu anda sekiz milyar insanın nefretini sünger gibi kendi üzerine çeken bu insanlıktan çıkmışlar, fareden bari ders alabilselerdi.
Yorumlar
Kalan Karakter: