Günümüzde bir kısım insanlar, “Kur’an, 1400 sene öncesinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Allah tarafından koyulan kanunlardır. Günümüz insanına tatbik edilemez” diyorlar.
12 Eylül 1980 darbesini yapan ve seçimle Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren, bir konuşmasında yukarıdaki sözleri ağzından çıkardı.
Aynı gün, ilmine, ahlâkına, irfanına, aralıksız İslami ilimlere hizmetine hayran olduğum Ahmet Akın Çığman hocaefendi, Yıldız Camii kürsisinden, “Cumhurbaşkanı halt ediyor” diye cevap verir.
Bir gün sonra İstanbul’a gelen Cumhurbaşkanı, Florya Köşkü’ne Ahmet hocayı getirtir.
Saygı içinde karşılıklı konuştuktan sonra, Cumhurbaşkanı’nın değil de ona o bilgiyi verenin halt ettiğine karar verilir ve yine kapıya kadar uğurlamak için gelen Cumhurbaşkanı karşılıklı saygı içinde uğurlar.
Kur’an-i Kerimin indirilişi bu gün miladi takvime göre 1415, Hicri takvime göre 1460 yıl olmuştur.
Ama Kur’an, Allah celle celalühün kelamı olması nedeniyle ezeli ve ebedidir.
Zamanı yaratanı, zaman kuşatamaz.
Rabbimiz:
“Gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında, Allah katında ayların sayısı on ikidir.” (Tevbe süresi ayet 9/36)
“Biz iki binli yıllara gidiyoruz. Hâlâ ayları on iki olarak sayıyoruz. Çağımıza uygun aylar olsa ve sayısı da astronomik olsa” diyen yok.
Yine dört mevsimle, on iki ayla, elli iki hafta ile yeni bir çağa girdik, ama saniye değil, salisesini bile değiştiremeden girdik.
Mesela bugün doğan güneşin bir salise önce batmasını sağlamamız mümkün değil.
Allah’ın yarattığı seneler, mevsimler, aylar, haftalar, günler, saatler, dakikalar, saniyeler ve saliseler üzerinde oynamamız mümkün olmadığı gibi Allah’ın indirdiği sureler, ayetler, kelimeler ve harfler üzerinde oynamamız da mümkün değil.
Milyonlarca yıl önce yaratılan tabiat kanunlarında bir kusur ve eksiklik bulunmuyor.
Fizik, kimya, biyoloji bilginleri, “Tabiat kanunları kusursuz” diyorlar.
Milyonlarca yıl önce yaratılan milyonlarca kanunda kusur yapmayan ve her çağa uygun yapan Rabbimiz, 1400 yıl önce indirdiği kanuni ilâhisi olan Kur’an’ında mı kusur yapacak?
“Bin dört yüz yıl öncesinin kitabıyla iki binli yıllara giremeyiz, bize yeni kurallar lazım” diyenler, “Biz, Hz. Adem’in içtiği suyu içmeyiz, soluduğu havayı solumayız. Bize çağdaş su ve çağdaş hava lazım” demiyorlar.
“Zamanın değişmesiyle örfe dayalı ahkâmın değişmesi” doğrudur.
“1400 yıllık ahkâm” cümlesi cehaletin ifadesidir.
Çünkü bu söz, doğrudan ayet ve sünneti hedef alır.
Bundan sonra bir şey söylemek isteyenler, “1300 yıllık örfe dayalı ahkâm değiştirilmelidir” desinler de kendilerini bilgin zannetsinler.
Tabiat kanunlarını koyan Allah celle celalühtür
Tabiatın yaratılış tarihini düşünün ve o zaman koyulan bize göre sayısız kanunlardan, bu çağa uymayan bir tek kanun bulunmuş değildir
Meclis’in kabul ettiği kanunları Cumhurbaşkanı veto edebilir. Ama Allah’ın kitabından bir tek ayeti dünyanın bütün cumhurbaşkanları, kralları, şahları, padişahları veto edemezler.
Saatin üzerinde gezinen akrep, güneşin doğuşuna ve batışına namaz vakitlerinin giriş çıkışına etki etmez. Dünya üzerinde dolaşan akrepten daha zehirli insanlar da İslam’ın nurunun yayılmasına engel olamazlar.
Öyle ise senin kalbini, kalıbını, canını, tenini, kanını, sen uyurken de, uyanıkken de çalıştıran Allah’a vücudunu teslim ediyorsun, doktorlara gidip, “Ben Allah’ın yarattığı sindirim sistemini, kan dolaşımı sistemini beğenmiyorum, bana yeni bir sistem kurun” demiyorsun.
İşte sosyal, siyasal, bireysel vs. hayatında da Allah’ın sisteminden başka sistem istersen toplum bünyesinde deprem olur.
Köşe dönenler çıban gibi şişer ve patlarlar.
Fuhuş yarıkları, soygun çukurları, terör yıkıntıları meydana gelir.
Allah’ın verdiği can ve tenle dolaşan, Allah’ın yarattığını yiyip içen bir kısım insanlar, kanları ve tenleri üzerinde Allah’ın hâkimiyetini kabul ettikleri halde, haksız çıkarlarımız zedelenmesin diye sosyal hayatlarında Allah’ın hâkimiyetini kabul etmiyorlar ve “Toplum, biyolojik organizma gibi, kendi hukukunu salgılar” diyerek ilâhi hukuku devre dışı bırakmaya çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanları, başbakanlar veya bakanlar, “Şu işi yapabilmemiz için kanun değişikliği gerekir” diyorlar. Daha önce çıkan kanunlar dar gelmiş genişletilmek isteniyor.
Peki de kimin aklına göre genişletilecek?
Onların koyduğu kalıplar, daha sonra gelenlere dar gelecek.
Toplum bünyesi genişledikçe, kanun kalıpları dar gelmeye başlayınca, kanun kalıplarına sığmayan geniş ufuklu insanlar, cezalarla yontulmaya ve kanun kalıplarına sığdırılmaya çalışılır ve o ülkede hapishane sayısı üniversite sayısından fazla olduğu gibi katil sayısı ilim adamı sayısından fazla olur.
Sülük gibi mala sarılanlar birbirini ezer.
Mafyalar birbiriyle vuruşur.
Birbirine dost görünen milletler ve uluslararası ajanlar birbirinin gizlice işini bitirir.
Seküler, pozitivist, ateist, ataist etikle toplum mühendisliğine soyunanların, incir çekirdeği kadar dahi olmayan aklının kalıbına bütün insanları sığdırmaya çalışanların sonu gelmekte.
“Yolun sonu görünüyor.” Bu yolun çıkmaz sokak olduğu belli oldu.
“Elbise dar geliyor, elbise yırtıldı” diyenler kendi kalıplarına göre yeniden kalıp dökmesinler.
Allah’ın insana verdiği cilt/deri çocuğa, delikanlıya, zayıfa, şişmana ve ihtiyara göre ayarlandığı gibi Allah’ın kanunu olan Kur’an her millete, kabileye ve sınıfa uygun olur.
Yeter ki biz, insanlara kendi fikirlerimizi, kanun kırbacıyla dayatmayalım
İnsanla İslam’ın arasına kimse girmesin ve İslam’la insanı, baş başa bırakalım.
Bizim fikirlerimiz çağımızın iyi veya kötü akımlarından etkilenir ve bizim akıl kalıplarımıza göre dökülür.
Bizim akıl kalıbımız birilerine dar gelirken birilerine de bol gelir.
Biz, dünya insanına, her yaşa, her ırka, her coğrafyaya uygun İslam’ı sunalım.
“Nice ilim adamları, komutanlar, sanatçılar, işçiler, çiftçiler, çobanlar, kısaca gönlü doğruya, iyiye, güzele açık olan insanlar guruplar halinde bu dine girecek” müjdesini vermektedir Nasr süresi.
Yorumlar
Kalan Karakter: