Bu sene şampiyon kesinlikle biz olacağız. Futboldan bahsediyorlardı. Anlaşılan iyice havasına kapılmışlardı.
Köyde sohbet edebildiği sayılı insanlardan biriydi. Henüz kırkında idi; ama saçlarına kırlar erken düşmüştü. Yağız yeniden ona döndü.
--- Çetin Ağabey, zor geçecek askerlik; çok zor geçecek on beş ay!
--- Zor geçecek; ama çok yeni şeyler öğreneceksin inan!
--- Yeni şeyler mi? Yapabilecek miyim sence?
--- Bundan hiç şüphem yok. Elbette yaparsın. Yeter ki isteyerek, benimseyerek ve de en önemlisi severek yap. Ya çetele tutup bir bir günleri sayacaksın geçip gitsin diye ya da her dakikanın kıymetini bilip değerlendireceksin. Bu kural hiçbir yerde değişmez. Askerde de sivilde de aynıdır. Bizler öyle bir ecdadın torunlarıyız ki, dedemiz Fatih Sultan Mehmet henüz yirmi bir yaşında bir gençken İstanbul’un fethi ile şereflenmiş. Bizim neslimizin damarlarında hummalı bir kan deveran ediyor. Bu ülkenin gençleri her zorluğu aşacak güç ve kabiliyettedir. Ve sonsuz güveni hak ediyorlar.
--- Çetin Ağabey, sen bana güveniyor musun?
--- Elbette ki… Hem de çok. Çünkü ülkenin taze fidanları olan siz gençler; vatan, millet ve bayrak sevgisiyle beslenip boy attıkça, sizden sonra gelecek olan nesil de aynı sağlam temellerle vatan toprağını koruyup kollayacaktır.
Yağız böylesine bir güvene lâyık olmasından dolayı oldukça mutlu olmuştu ve bu mutluluğu yüzünden okunuyordu. Çetin Ağabeyi Yağız’a Ârif Nihat Asya’nın “ Bayrak “ şiirini ezbere bilip bilmediğini sordu. Hayır, cevabını aldığında ise, lise yıllarında edebiyat defterine yazdığı için ezberinde olan şiiri bir çırpıda okudu.
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın,
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun,
Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver!
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar;
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,
Kızıllığında ısındık.
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün,
Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı,
Yüksek yerlerde açan çiçeğim!..
Senin altında doğdum,
Senin altında öleceğim!
Tarihim, şerefim, şiirim, herşeyim.
Yeryüzünde yer beğen,
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
--- Çetin Ağabey, büyük adamsın vesselâm! Kime güveneceğini iyi biliyorsun. Tabii ki, gençlere güvenmek gerek. Ben de senin bu güvenine lâyık olmaya çalışacağım dâima.
Çetin Ağabeyi Yağız’ın bu mutluluğunu paylaşarak gözlerinin içine baktı. Ve sözlerine şöyle devam etti:
--- Biliyor musun Yağız? “Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur!..“ Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u almaya karar verdiğinde gençliğinin henüz başlangıcında idi. Yanında ise sadece inanmış bir yürek ve sarsılmaz bir azim vardı. Aynı zamanda ömrü boyunca yitirmediği heyecanı ona yârenlik ediyordu. Cennet mekân Fatih Sultan, fetih için yola çıktığında en uzun yolların bile ileriye atılan küçük bir adımla başlayacağını biliyordu. Kim bilir böylesine büyük yolculukları göze alıp inanmayanlar, Koca Sultan’a başaramazsın demişlerdi. Ancak onlar bilmiyorlardı ki, “ Başarı, başaracağım diye başlayanın ve başardım diyebilenindir! “ İşte bu sözden hareketle Fatih Sultan Mehmet de inandı ve başardı. Bu sebeple, biz de böylesine güzel hasletleri siz gençlere emanet etmekle, ne derece doğru iş yaptığımızın farkındayız. Sen de bundan sonra hayatın boyunca her işinde inan, güven, azmet ve başar!.. Asla ümitsizliğe, ye’se düşme. Merhum Âkif’in ifadesiyle;
Ye’s öyle bir bataklıktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümîdiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdanını bağlar.
Sana Asr-ı Saadet’ten inanmış bir genç örneği vereyim istersen. Mekke’nin zengin ailelerinden birinin oğlu olan Mus’ab bin Umeyr oldukça yakışıklı bir genç idi. Güzel kokular sürer, güzel giyinirdi. Mus’ab, Mekke’de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içerisinde yaşarken, Peygamberimiz’in insanları İslâm’a davet ettiğini duydu. Fazla vakit kaybetmeden İslâm’ı kabul edip Müslüman oldu. O günden sonra yakışıklı Mus’ab başta ailesi olmak üzere çevresinden baskı görmeye başladı ve ibadetlerini gizli yapar oldu. Bir gün Osman bin Talha, Mus’ab’ın gizlice namaz kıldığını görüp ailesine haber verdi. İşte o an nazlı ve yakışıklı genç için çileli ve zulüm dolu günler başlamıştı. Habeşistan’a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar hapsedilen Mus’ab, dinini daha rahat yaşamak için hicret edenler arasına dâhil oldu. Hicret dönüşü Mus’ab’ın durumu tamamen değişmişti. Bu nazlı delikanlının yerini, iradesi güçlü, kuvvetli ve metin bir genç almıştı. Bu sırada Birinci Akabe Biadı olmuş ve Medineliler’den bir grup İslâm’ı kabul etmişti. Kendilerine dini anlatmak ve diğerlerine de tebliğde bulunmak için Resulallah’tan bir öğretici istediler. Peygamberimiz de bu görev için çok güvendiği Mus’ab bin Umeyr’i görevlendirdi. Mus’ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur’ân’ı öğretecek hem de diğer insanlara dinî tebliğde bulunacaktı. Peygamberin itimadına nâil olan Mus’ab, o güveni boşa çıkarmadı ve kısa zamanda birçok insan onun vesilesiyle İslâm ile şereflendi.
--- Biliyor musun Yağız? İslâm sonrası devirlerde de hep süre geldiği gibi, Peygamber Efendimiz döneminde de ne vakit; “ Yok mu bu davaya omuz verecek biri? “ sorusu yöneltildiğinde “ Ben varım Ya Rasulallah!..” cevabına karşılık, Âlemlerin Efendisi başını sesin geldiği yere çevirdiğinde hep gençleri görmüştür etrafında.
--- Gelelim Asr-ı Saadet’ten Cumhuriyetimizin ilk yıllarına… Mustafa Kemal gençlere çok güveniyordu ve Dumlupınar’da siz gençlere şu şekilde sesleniyordu:
“ Gençler! Cesaretimizi artıran ve sürdüren sizsiniz. Almakta olduğunuz terbiye ve irfanla insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kuvvetli timsali sizler olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil!.. Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek ve yaşatacak olan sizlersiniz!..”
--- Bu yüzden sen de kendine güvenmelisin Yağızcığım! Bu sağlam temeller, yeşermeyi bekleyen bir çekirdek gibi bir yerlerde saklı. Hiç düşündün mü, onları ortaya çıkarmayı? Hiç düşündün mü, neler gizli o çekirdeğin özünde?
Başparmağını çenesine, işaret parmağını da yanağına götürerek düşünüyormuş gibi yaptı. Önündeki bardaktan bir yudum alıp; daha bir güvenle, sesine biraz daha ton vererek cevabını tok bir sesle verdi.
--- Ben kendime güveniyorum Çetin Ağabey. Öyle kolay kolay kimse bükemez bileğimi evelallah. Kimse sırtımı yere getiremez. Şöyle bir sarıldım mı beline, iki büklüm yaparım adamı. Çok azdır yere çarpamayacağım kişi!..
Yanlış anlamıştı Yağız;
--- Aslına bakılırsa ben bunu kastetmemiştim Yağız; her neyse… Bir insanın başka güçleri de vardır içinde. Maddî ve manevî güçler olmak üzere iki türlüdür bunlar. Bu güçleri harekete geçirmek insanoğlunun vazifesidir. İstersen seninle arayıp bulalım bunları.
Bu defa kendinden daha emindi Yağız.
--- Ben buldum bile Çetin Ağabey. Her şeyden önce asker vatanını sevmeli.
Bazı eksikleri olsa da yaklaşmış sayılırdı. Elimi elinin üzerine koyup, o parlak gözlerinin içine baktım:
--- Haklısın Yağız. Sadece ufak bir yanlışını düzeltmeliyim. Bence asker değil, insan demelisin. Çünkü vatan; sadece askerin değil, bütün bir milletin vatanıdır. Bu topraklar bize dedelerimizin mirası ve yâdigârıdır. Biz bu topraklar üzerinde özgürce dolaşabilelim, havasını, suyunu tadına vararak soluyup içelim diye savaştılar, yaralandılar ve şehit düştüler. Hatırlasana köyümüzün yaşayan tek gazisi Ramiz Dedeyi… Sen de pek çok kere dinlemiş olmalısın ondan savaş hikâyelerini. Hele ki, onun yeri geldikçe söylediği Mehmetçik Marşı’nın şu iki mısrası ne de anlamlıdır.
Allah’ım şahidim, sözlerim andımdır.
Şehitlik askere en güzel makamdır.
--- Ola ki, sen de çatışma mahallinin olduğu yerlerde askerlik vazifeni görürsen bunu hiçbir gün unutma. Ölürsen şehit, kalırsan gazi olacaksın. Hayatta yiyecek ekmeğin varsa Allah onu sana nasip eder. Yoook, şehitlik gibi yüce bir makam varsa alınyazında ne mutlu sana.
Yorumlar
Kalan Karakter: