Yoruldum parka oturdum.
Etraf sakin, hava güzel.
Hafif rüzgâr, tatlı güneş var.
On beş metre ötede bir hanım efendi.
Kırk yaşlarında.
Yanına gelip giden iki ufaklık.
Belli ki çocukları.
Dört ve yedi yaşlarında gibiler.
Annenin gözü, aklı, fikri, tabii ki kalbi onlarda.
Oğlan olan topunu koştururken, kız çiçeklerle meşgul.
Yola yirmi metre uzaklıktalar.
Anne yüreği işte.
İkide bir tembih ediyor:
Sakın yola çıkmayın.
Göz ucuyla çocukları seyrederken, kulağım annede.
O nasıl bir duygu, o nasıl bir şefkat.
Anneye her gelişlerinde çerez alıyorlar belli ki.
Anne her seferinde üst baş kontrolü yapıp düğmeleri ilikliyor.
Bir anne ne kadar ağır uykulu olursa olsun.
Yanı başında uyuttuğu bebeği,
hafif cıngıldasın anında uyanır öyle değil mi?
Bir ömür bu duruma şahitlik ettik efendim.
Altı çocuk büyüttük.
Daha doğrusu anneleri büyüttü.
Ben mi?
Dost sandığım aymazlara güya sohbet ediyordum.
Geçelim.
Samimi inancım odur ki:
ANNELER çocuklarına doğumdan sonra da bağlıdırlar.
Öyle şefkat vs. yönüyle değil.
Bildiğiniz beden olarak bağlıdırlar.
Nasıl olur diyorsanız.
Vallahi bilemem.
Ama ikisi de dip dibe uyurken, nefesini dinliyor anne yavrusunun.
Görünmeyen bağlarla bağlı diye düşünüyorum.
Ama izah edemiyorum.
Anne ara sıra sesleniyor.
‘Betüüüül dikkat et düşme.
Muhsiiiin yola çıkma.’
Ben mi?
Gözlerim dolu, içim içime sığmıyor.
Tam kırk sekiz senenin muhasebesini yapıyorum.
(En büyük çocuğum 48 yaşında)
Oturduğum yerden hatundan helallik diliyorum.
Tabii ki salya sümük hıçkıra hıçkıra.
Siz hiç gurktan on civcivle yeni çıkmış anne tavuk gördünüz mü?
Ben onlarca defa gördüm.
Hele de ilk günlerinde.
Sakın üç metre yaklaşmayın.
Kedi köpek kim varsa, mümkün değil etrafa bırakmaz.
İşte o annedir.
Rabbim nasıl bir merhamet yüklemesi yapıyorsa.
Muhsin top peşinde, terledi belli ki.
Anneyi hastalık korkusu sardı.
Yeter koşma gayri tembihi geldi.
Fakat Muhsin tam devrini almış bir kere.
Anneyi hiç duymuyor.
Ben annemin azarlamasını özledim be arkadaş.
Hatta demir maşa ile dayağını.
Babam rahmetli anlatırdı.
Altı aylıkmışım.
Zatürree olmuşum.
Annem eşeğin sırtında, ben annemin sırtında.
Babam önde, tam beş saatte Karaman'a gelmişiz.
Bir veya iki doktor varmış zaten.
Zeyneloğlu kalmış aklımda.
Bir iğne yapmış ve:
Sabaha ölmezse atlatır demiş.
Atlatmışız herhalde.
Siz hiç yeni doğum yapmış, koyun, keçi veya inek gördünüz mü?
Ben yine onlarca gördüm.
O yeni doğmuş yavrusunu bir yalaması vardır ki, aklınız durur.
İşte anne odur.
Annenin farklısı olmaz.
Çilesi, kaderi farklı olanı olur.
Vakit yaklaştı, kalkayım derken Muhsin’in annesinin sesi:
‘Muhsiiiin kuzum hasta olacaksın yeter gayri.’
Muhsin mi?
Muhsin boş kaleye gol atma derdindeydi.
Betül hâlâ rengârenk çiçekler arasında bir Kardelen gibi göründü gözüme.
Rabbim annelere evlat acısı gösterme.
Çocuklara anne hasreti verme.
Diye dua hâlinde yola revan oldum.
Parkta soluklanmak iyidir.
Hele de kuzulu anne gibi komşunuz varsa.
Kalın sağlıcakla.