Denizde yüzerken yağan yağmura kimse aldırmaz.
İçten yananlara dıştan gelen ateş de korku salamaz.
İki buçuk milyon Müslüman, Gazze üzerine, 350 milyonluk Amerika, beş yüz milyonluk Avrupa Birliği, Filistin’deki Hıristiyanların kurduğu işgalci Siyonist jandarma karakolunu korumak için, karadan, denizden, havadan saldırdığında, dünyanın en gelişmiş savaş gemileri ve uçakları dışardan gelecek yardımları kestiğinde birçok insaf ehli insanın, dili damağına yapışmıştı.
Kaç gün dayanabileceklerini düşünmeye başlamışlardı.
Bir zamanlar Amerika karşıtı olarak sol yumruk sallayanların gönlü, Gazzeli Müslümanların yanında idi, ama sözleri ABD’nin yanında idi.
İçten içe “Yazık oluyor” diyorlardı.
Mecnun, Leyla’nın hasret ateşinde yanmayı, gül bahçesinde dolaşmaya tercih ederdi.
Mevla’nın aşıkları da, O’nun yolunda zincire vurulmayı ödül, ateşte yakılmayı vuslat kabul ederler.
Kafirin ateşi, dıştan yanar ve yakar.
Müslüman’ın ateşi, içtendir ve Hazreti İbrahim’i yakmayan, yakmadığı gibi serinlik veren ateştir.
Hicretin dokuzuncu yılında, Tebuk Seferi, Temmuz ayının en şiddetli sıcaklarının olduğu, meyvelerin olgunlaştığı ve toplanması gerektiği bir ay ve yılda olmuştu.
Karşıdaki düşman, dünyanın yarısına hükmeden Bizans’tı.
Yol uzun ve yorucu idi.
Münafıklar, Bizans’ı, sıcağı ve bazı şeyleri bahane ettiler ve sefere katılmadılar.
Bunun üzerine ayet nazil oldu:
“Allah'ın Rasülüne muhalefet edip, geride kalıp oturanlar/oturtulanlar, sevindiler. Allah yolunda malları ve canlarıyla cihat etmekten hoşlanmadılar ve: ‘Sıcaklarda topluca harbe çıkmayın’ dediler. De ki: ‘Cehennem ateşi daha sıcak.’ Keşke bilselerdi (de geride kalmasalardı.) (Tevbe Süresi, Ayet 9/81)
“Cehennem ateşi sıcak.”
Şair, “Gelin bu gün yanalım, yarın yanmamak için” demiş.
Allah yoluna baş koyanların içindeki ateşi, dünyanın denizleri söndüremez.
Onu ancak cennetin Kevseri döndürür.
Şair, “Deryayı içerim, susuz geçerim” derken, “Bizim ateşimizi denizler söndüremez” dediği gibi, “Eğer deniz önümüze engel olursa onu içeriz ve Musa Aleyhisselam gibi geçeriz” de demiş olabilir.
Sırat-ı müstekıym yoluna engel olarak dikilen atom bombası olsa, onu kendi ateşi yanında ateş böceği sanır da yolundan döndüremez.
Atom bombası, onun aşk ateşinin yanında ardıç ağacının kıvılcımı gibi kalır.
Şekil Gazze’de görüldüğü gibi.
Ateşte yanan semender gibi, bu dünya ateşi, onun ancak uyarıcısı olur.
İlahi aşkla yanan her bir Müslüman’ın her biri, bir ateş parçası olurlar.
Ateşten gömlek giyenlere, dıştan gelecek ateş, ancak onları cennete uçuran kanat olur.
Şair, Galib Dede (1757-1799)
“Gül ateş, gülbün ateş, gülşen ateş, cuybar ateş
Semender, tıynetan-i aşka bestir lalezar ateş”
Yani, “Gül ateş, güllük ateş, gülşen ateş, ırmak ateş. Semender ateşle arkadaştır, lale bahçesi ateş” der.
Ondan önce, Sırbistan’ın Öziçe şehrinde dünyaya gelen, Osmanlı Kadılarından/Hakimlerinden, Mustafa Zari efendi (ö: 1686) de,
“Libas ateş, ten ateş, üstühan ateş, nefs ateş
Semender veş vücudum, mürğ ateş, hardır (havardır) sensiz”
Yani elbisem ateş, tenim ateş, kemiğim ateş, nefsim ve nefesim ateş, Semender gibiyim kuş ateş. Sensiz bana her şey hordur, hakirdir, değersizdir” demiş.
Yanan ve yakanlara bakarken gözlerden yaş gelmeyenler için, Nedim bile:
“Sirişkim mi eksik figanım mı yok
Niyaza münasip zebanım mı yok”
Yani, “Gözümden yaş mı eksik, ağzımdan ses mi çıkmıyor.
Yoksa benim Allah’a niyaz edecek dilim mi yok” diyor.
“Sirişk” kelimesi Farsça olup yaş odunu yakarlarken ucundan alev çıkarken öbür ucundan da sıcak su çıkar.
Bu suya “Sirişk” derlermiş.
Yaş odun bile yanarken hem yanıyor, hem gözyaşı döküyor.
Bize ne oldu ki, ne ses var, ne nefes?
“Allah bes, baki heves”
Biz, kendimiz için üzülelim.