Biz, baharda, yazda, güzde ve kışta ince, kalın, yünlü, pamuklu elbiseleri mevsimine göre değiştirdiğimiz gibi, dağlar, dereler, ovalar da elbise değiştirirler.
Baharda yeşil, yazda solgun yeşil, güzde sapsarı elbiseler giyen yeryüzü, kış mevsiminde bembeyaz kardan elbise giyinir.
Hayvanlar ve ağaçlar da elbise değiştirirler.
Ağaçların soyunduğu yaprak elbiseleri, toprağa düşünce çekirdeklere kefen olurlar.
Karlar, hepsinin üzerinde bembeyaz gelinlik gibi durur.
Karlar, çocuklara, anne ve babalarına düğün salonu sevincini verir.
İhtiyarlar, başlarına yağan kar gibi beyaz saçlarıyla, dört mevsim kış havasında yaşarlar ve baharın yakınlığının muştusunu verirler.
Üç mevsimin ardından gelen kış mevsimi de eli boş gelmiyor.
Portakal, mandalina, limon, greyfurt, ayva, muz, kestane, nar, ıspanak, pırasa, pancar, havuç, pazı, lahana gibi.
Mevsimleri evirip çeviren Rabbimiz, her mevsimde vücudumuzun ihtiyacı olan meyve ve sebzeleri hediye olarak gönderiyor.
Şeker hastasını ziyarete gittiğinizde baklava götürmeyiniz.
Siz de Rabbimizin tabiat kanunlarına uyunuz.
Her mevsimin, her günün kendine göre özellik ve güzellikleri olur.
Tenimiz, duruma göre kendisini ayarladığından durgunluktan kurtulur ve dinç kalmayı sağlar.
Kışın yakılan sobalar ve kaloriferler, sıcacık sohbetlerin başlamasına da sebep olur.
Yakınlarımızla birlikte olmayı sağlar.
Bölgelerimize göre değişen kış yiyecekleri etrafında, gönüller de yakınlarımızın yaklaştıran sözleriyle beslenir.
Karaman, Konya, Kayseri, Yozgat gibi İç Anadolu’da kış günlerinde köy veya mahallede dostlar arasında başı bu yemek çeşidi çektiğinden ara “Arabaşı” denen bir yemek çeşididir.
Ergenekon’dan çıkan, Viyana’ya kadar varan, Sarıkeçili veya Karakeçili Yörüklerin su ve undan yaptığı, etini gittiği dağlardaki keklik, tavşan, ördek, kazdan temin eden, sebze ve meyve yetiştirecek zamanları olmayan konar-göçer dedelerimizin en çabuk yapabileceği yiyecek türüdür.
Eskiden keklik etinden yapılan, bugünlerde tavuk etiyle idare edilen Arabaşının malzemesi, tavuk eti, su, un, tuz, limon.
Limonun olmadığı yerde ekşi dağ eriğinin kaynatılmış suyu kullanılırdı.
Dostlar, masanın etrafında toplanırlar.
Tabaklarına pişmiş hamur, taslarına Arabaşı çorbası konur.
Şimşir kaşıklarla içilirdi ama bugünlerde yokluktan çelik kaşıklarla içilir.
Kaşıkla hamur alınır, tastaki çorbanın içine daldırılır, hamurla çorba ağızdan mideye gönderilir.
Hamuru, çorba tasının içine ilk düşüren önümüzdeki hafta Arabaşı çorbası onun evinde içilecek demektir.
Sırayı belirleyen şey, tasa ilk hamuru düşürme olayıdır.
Hani “Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül sohbet ister kahve bahane” denir ya, işte kış mevsiminde gecelerin uzun saatlerinde sohbet halkaları böylece yapılır ve halen İç Anadolu’da bu sohbetler devam etmektedir.
Eskiden, bu sohbet gecelerinde Yazıcıoğlu Mehmet’in (ö. 1451) şiir halinde yazdığı “Muhammediyye” isimli eseri manzum olduğu için, nağmeli okunur ve Sevgili Peygamberimiz’e olan sevgi gönüllerde ateşlenirdi.
Bugünlerde Allah celle celalühün kelamı olan Kur’an-ı Kerim tefsiriyle beraber okunuyor.
Bu Arabaşı gecelerinde kardeşlerin, dayıların, amcaların, halaların, teyzelerin ve kuzenlerin, yeğenlerin birbirlerini tanımaları, ileride dayanışmalarına, yardımlaşmalarına, muhabbetlerini artırmalarına sebep olur.
Büyük şehirlere göçenler de kendi tanıdıklarıyla yine bu sohbet halkalarını oluşturmaktadırlar.
Bu buluşmalar, kendi aralarında yardımlaşmaları da beraberinde getirir.
Derdini dinleme, sevincini paylaşma, derdine deva olma, sevincini artırmalar meydana getirir.
Biz, ailecek mevsimin ilk Arabaşını yedik.