Misafirliğe gittik, geç vakit oldu. Evin dört yaşlarındaki çocuğu yüksek sesle ağlamaya başladı.
Ağlama devam edince ev sahibi, “Annesinin yumruğunu yemeden uyuyamaz. Sizin yanınızda da annesi ona vuramaz, siz gidince annesi ona iki yumruk vuracak, onun ağlaması biraz yükselecek ve bir dakikaya varmadan uyuyacak” diyor.
Firavunun yönetiminde işkencenin her türlüsüne maruz kalan, Kur’an’ın ifadesiyle bir ara yeni doğan erkek çocuklarını öldürten Firavunun işkencesi, yüz yıllarca sürünce bu hayatın normal hayat olduğuna inanan bu İsrail oğulları, Musa aleyisselamın onları Firavunun zulmünden, baskısından, kulluğundan kurtarıp özgürleştiklerinde, hemen altından buzağı yapıp tapmaya ve biz bıldırcın etinden, kudret helvasından bıktık, Mısır'ın kabağından sarımsağından isteriz isyanına kalkmışlar.
Nefislerinin kölelikten zevk alması, midelerinin sarımsağa göre ayarlanması nedeniyle, onları özgürlük havası çarptı.
Hani televizyondan çöp evlerin içinin belediye tarafından temizlenmesini seyrederken, çöp evde kalanlar, evden dışarı çıkınca dışarının havasıyla ışığı, onların burnunun direğini sızlatıyor ve gözlerine kamaştırıyor.
Aynen öyle.
İki bin yıl hep sürgünde yaşamışlar. Sürülmekten zevk alır hale gelmişler.
1948 yılında Birleşmiş Milletlere kabul edilmekten rahatsızlık duymaya başlamışlar.
Asurlulardan, Babillilerden, Romalılardan, bütün Avrupa ülkelerinden sürgün ve en son Almanya Hıristiyanlarının okmuş generallerinden dayak yemeyi, doktorlardan kalorifer kazanına atılacakların nasıl kesilip biçileceği, zehirle nasıl öldürüleceği, mühendislerden işkence kamplarının ve işkence hanelerin planını papazlardan yakılma fetvasını almaları ve insanlardan hiçbir iyilik görmediklerinden şu anda öğrendiklerini uygulamaktan zevk alır hale gelmişler.
Acı biberden tat alanlar var ya, işte bunlar hem acı çekmekten hem çektirmekten zevk alıyorlar.
Güzel irade felç olmuş, şahsiyet sıfırlanmış.
Yılgınken sinmiş, kendini ezenlere yılışmaktan zevk aldığı gibi, biti kanlanınca ezip yıldırmaktan zevk alır hale gelmiş.
Atalarımız, “Yiğitten korkma, korkaktan kork” demişler.
Korkak ne yapacağını bilmez.
Karşısındakini kendinden güçlü gördüğü an yaltaklanır; zayıf gördüğü anda barış ayağıyla yaklaşır ve üstüne çullanır.
Son iki yüz yıl içinde Avrupa’daki devletlerin hepsinden sürgün edilmişler.
Son Hitlerin yaptıkları da genlerine ve tarihi tecrübelerinin üzerine tüy dikmiş.
İspanyol Hıristiyanlarının papazları ve okumuşlarının işkence ve sürgününden 1492 de kendi himayesine alan Osmanlı'nın iyiliğini bir türlü hazmedemediği gibi beş yüz yıl, “Acaba bize neden iyilik yapar, kötülüğü ne zaman nasıl yapacak” iye beklemiş. Yani oksijen çarpması gibi, onları iyilik çarpmış.
Kendilerini her yerde her devlette silik gördüklerinden silme yoluyla kendilerini tedavi edeceklerine inanmışlar.
Tek çıkar yolları var, Sevgili Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde, Beni Kaynuka’ Yahudilerinin Hahamı Husayn’ın Sevgili Peygamberimiz Medine’ye girdiğinde, daha devesinin üzerinde iken yüzüne bakmış ve “Bu yüz, yalancı bir adamın yüzü değil” demiş.
Konuşmalarını ve davranışlarını gördükten sonra Müslüman olmuş ve Abdullah bin Selam adını almış.
Onunla beraber Müslüman olanlar huzur içinde yaşamışlar, Müslüman olmayanlar da 1400 yıldır sürgünlerini yaşamaya devam ediyorlar.
Düşman kabul ettiği insanların sınırına duvar çekenler, duvarın bir yüzünün de kendilerine baktığını görmezler.
Gazze’de Müslümanların evlerini yıkanlar, elli bine yakın insanı yakıp şehadet makamına yükseltirken, kendi insanını ve bütün dünyadaki Yahudilerin, evden dışarı çıkamamasını sağladığının farkına bile varamayacak kadar körelmişler.
Körün taş atışı gibi füze atıyorlar, camiye, okula, hastaneye, Birleşmiş Milletlerin bürolarına da isabet ediyor.
Aslında o atılan füzelerin birçoğu, bir başka ülkedeki Yahudilerin başına düşeceğini hiç düşünemezler.
Tek çare bulmuşlar, “Bütün dünyadaki Yahudiler, evlerinden çıkmasınlar” diyorlar.
Baskı altında yaşamaktan zevk alanların baskısı bu.
Kendileri, dünyadaki bütün Yahudileri ev hapsine tıkıyorlar.
Eskiden nüfus sayımı gününde saat beşe kadar evden çıkma yasağı olduğunda, saat beş oldu mu bütün sokaklar ve caddeler dolardı.
Bazı evcil insanlar, evden çıkmadan yaşamayı tercih ederlerken sayım günü yasak olduğundan, ona da çıkma arzusu gelirdi ve o da saat beşte evden çıkardı.
Yaratan'ın, Yahudiler için söylediği bu sözüne bütün dünya insanı, kulak kesilsin:
“Eğer iyilik yaparsanız, kendinize iyilik yapmış olursunuz. Eğer kötülük yaparsanız, kendinize (kötülük yapmış olursunuz).” (İsra süresi ayet 17/7).