Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı olduğu, Aydın Doğan’ın Hürriyet Gazetesinin sahibi bulunduğu dönemde, 30/03/2001 tarihli Hürriyet gazetesi, “İsrail Başbakanı Ehut Barak’ın, Dokuzuncu Cumhurbaşkanı sayın Süleyman Demirel’e: ‘Osmanlı döneminde tek pırpırlı bir onbaşı, 20 kişilik askeri gücüyle burayı huzur içinde yönetiyordu” sözünü haber olarak naklediyor.
Osmanlı, Filistin’de 400 yıl kaldı.
Nasıl yönettiğini ben söylemedim.
Eli kanlı, Ehut Barak söylüyor.
Hem Başbakanlık yapmış hem Savunma Bakanlığı yapmış bir kanlı katil bunu itiraf ediyor.
Dört yüz yıl yaşayacak bir adil adam olmamış Osmanlı’da.
Devamlı o pırpırlılar değişmiş ama, pırpırlının kalbindeki iman pırıl pırıldı.
Orada yaşayanların imanı, aynı kitaptan kaynaklanıyordu.
Ve Kitap, herkesin hakkını Hak ölçülerine göre veriyordu.
Pırpırlının, orada ölçü koyma yetkisi yoktu.
Gece uyuyamadığında, Ariel Şaron gibi, Ehut Barak gibi, Netanyahu gibi kalkıp birkaç Müslüman öldürüp, mallarını çalmayı uyku hapı gibi kullanan insanlar değildiler.
Pırıl pırıl imanlı yöneticinin eline İslami Adalet terazisi veriliyor ve o da herkesin önünde terazisinin diline göre kararlarını uyguluyordu.
O günlerde en eski zamandan beri yaşayan Yahudiler de huzur içindeymiş.
Huzursuzluk, terazinin değişmesiyle, Müslüman ve Yahudilerin haklarının İngiliz terazisiyle tartılmaya başladığı ve dünyanın her tarafından kaçak-köçek Yahudilerin gelip terör estirmeleriyle değişiverdi.
Dünkü televizyonlarda gördünüz, Gazze’de 56 cami yıkmışlar bir çok kiliseyi vurmuşlar.
Neden?
Adının Netanyahu olmasından değil.
Elindeki, vicdanındaki, eğitimindeki, yetişme tarzındaki dengesizlik nedeniyle bu böyle.
Ehut Barak da, Gazze’ye 2009 da girmişti ve bir çok insanın kanına girmişti.
Dünkü haberlerde toplu göçün silahlar altında yaya olarak binlerce Filistinlinin güneye doğru gidişlerini yine o kanlı katiller, kameraya kaydetmişler ve utanmadan haber ajanslarına geçmişler.
Biz bunun olacağını Kur’an’dan daha önce okumuştuk:
أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ
“Zulme uğramaları sebebiyle, kendileriyle harb edilenlere (harb) izni verildi. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir.
الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Onlar yalnız "Rabbimiz Allah’tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah insanlardan bir kısmını (kâfirleri) bir kısmıyla (mü'minlerle) defetmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın ismi çokça anılan mescitler yıkılırdı. O’na yardım edene Allah mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, galiptir.” (Hac süresi ayet 22/39-40)
“Allah’ın harbe izin verdiği adamların, yurtlarından haksız yere çıkarılan insanlar olduğunu ifade ediyor. O insanların bir tek suçu var. “Rabbimiz Allah”, demeleri.
Haydi “beşikteki çocuk büyür de benim elinden çaldığım yurdunu, geri almaya kalkar” diye öldürdün.
Yerinden kıpırdamayan camileri ve kiliseleri neden yıkarlar?
İstanbul’un fethinden bu güne kadar ayakta kalan ve halen kilise görevi yapan kiliseler İstanbul’da vardır ama 700 yıl Müslümanlara yurt olan ve batının gelişmesine katkı sağlayan Endülüs İslam Devletinden bu güne kadar cami görevi yapan tek cami yoktur.
Gazze Direnişi, dünyanın her tarafında her ülkenin ezilmişlerine örnek olacaktır.
Bu güne kadar insanları korkutanların gücünün birkaç binlik Müslümanlar karşısında 25 Avrupa ülkesi, İngiltere ve Amerika’nın karşı cepheyi oluşturup korkulu yüzlerle, içlerinden ihanet olacak mı endişesiyle bir gözüyle Müslümanlara, öbür gözüyle aynı cephedeki korkaklar gemisine, uçağına ve tankına bakmaktalar.
Her gün “O ne dedi” “Ben ne diyeyim” demeçlerini düşünüyorlar.
Bu hareketler bir çok insaflı kafirin Müslüman olmasına sebep olacaktır.
Almanya’nın, Cezayir Büyük Elçisi Wilfried Hofmann, (1931-2020) Fransa’nın Cezayir işgalinden kurtulma mücadelesi zamanında oradaydı.
On milyonluk Cezayir’de bir milyon Müslümanın öldürülmesini gören Büyük Elçi, ölenlerin ve geride kalanların tevekkülünü görünce Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olmuş ve Murat adını almıştır.
Ve Almanlara ve tüm dünyaya, benim bildiğim beş eser bırakmış, en başında Kur’an-i kerimin Almanca çevirisini bırakmıştır.
“Görelim Mevla neyler, Neylerse güzel eyler”