Bu gün, Ramazan ayının 4. günü.
Bu ayda kıyamete kadar gelecek insanların adalet içinde, mutlu, mesut yaşamaları ve ahret yurdunda da her türlü üzüntü, keder, sıkıntı, pislik, yorgunluk, iktidarsızlıktan uzak selamet yurduna yerleşmeleri için Allah tarafından Kur’an indirilmeye başladığı için bu ay, ayların en faziletlisidir.
Rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluş ayı olduğu için ayların en faydalısıdır.
En hayırlı ve en faydalı olan bu ayda Allah’ın rahmetine, mağfiretine ve azabından kurtulmaya nail olmak için bu aya değer katan Kur’an-ı Kerimi çokça okuyalım.
Sevgili peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettiği sene farz olan Ramazan ayı orucuyla beraber her Ramazan ayında sevgili peygamberimiz, kendisine indirilen ayetleri Cebraile okuyordu.
Buna “Mukabele” veya “arza” dendi.
Mukabele, iki veya daha fazla insanın karşı karşıya gelmesine denir.
Buradaki “Mukabele” ise Kur’anı okuyanla dinleyenlerin yüz yüze gelmesidir.
Sevgili peygamberimiz, Cebrail aleyhisselamla yüz yüze geliyor ve efendimiz okuyor, Cebrail dinliyor.
Son senede ise bu “Mukabele” iki defa gerçekleşmiş.
O sene sevgili peygamberimiz, her seneden daha fazla sevinçli daha fazla cömert imiş.
Rabbine doğru gideceğinin müjdesini almış bu iki defa mukabeleden.
Evde, işyerinde, büroda, camide, dağ başında, üniversitede, kışlada, karakolda, bulunduğunuz temiz olan her yerde, günde bir cüz yani yirmi sayfa okuyarak otuz günde Kur’anı hatmetmeye dikkat ediniz.
“Yeryüzünde en çok okunan kitap hangisidir?” diye size bir soru sorulduğunda hiç tereddüt etmeden, “Kur’an-ı Kerim” deyiniz.
Yine size “Yeryüzünde anlamadan okunan kitap hangisidir?” diye bir soru sorulsa siz, yine “Kur’an-ı Kerim” deyiniz.
Ama bu sözümden “Anlamıyorsanız okumayınız” anlamı çıkarmayınız.
1400 yıldır Arap olmayan toplumlar, Müslüman olduktan sonra anlamadan okumaya devam ettiler.
İnsan, anlamadığı bir dilde yazılmış bir kitaptan bir sayfayı baştan sona kadar okumadığı halde, Kur’an- Kerimin 1400 yıldır okunması bu kelamın insan sözü olmadığının, Allah kelamı olduğunun delilidir.
Hz. Adem’den bu güne kadar milyarlarca insan bu tabiata baktı ve doymadan gitti.
Çünkü bu tabiat Allah yapısı idi.
İnsan yapısı olan sanat eserleri bir müddet bakılır sonra bakılmaktan bıkılır.
Sözler de öyledir.
Yalnız Mevlana, sözleri okuyup ta manasını düşünmeyenleri, Kur’an sandığını veya kendi bastonunu seven köre benzetir.
“Asa, kör olanların sevgilisidir. (Ma’na ya ) kör olanlar da Kur’anın sandığıdır.” (Mesnevi, Tahir-ül Mevlevi tercemesi beyit no: 9098)
Asıl olan söz ve Manadır ama yalnız lafzını ezberleyen hafızlarımıza çağımızda bazı terbiyesizler “Arap papağanı” diyerek hakaret ettiler.
Mevlana ise o hakaret sahiplerine, “Boş sandık veya içi fare veya yılan dolu sadık” ifadesini kullanır
“Kur’an dolu bir sandık, (yani manasını öğrenmeden Kur’anı ezberleyen bir hafız) boş sandıktan daha iyidir. “ (Mesnevi, Tahir-ül Mevlevi tercemesi beyit no: 9099)
“Yine, eşyası olmayan boş bir sandık, fare ve yılan dolu sandıktan iyidir. “ (Mesnevi, Tahir-ül Mevlevi tercemesi beyit no: 9100)
İçimizi boş bırakmayalım. Boş olan yeri doldururlar.
Akşam güneş çekilirken karanlık o güneşin çekildiği yerleri doldurur.
İçimizi Kur’anla dolduralım.
Kur’anın kelimelerini gül gibi görelim ama gülün içinde sakladığı gül yağını da, kokladığımız gibi, Rabbin kelimelerinin manasını da öğrenelim.
Fındığı, cevizi kabuklu haliyle aldığımız ve içini çıkarıp yediğimiz gibi, Kur’an-ı Kerimin kelimelerinin içindeki manayı kendi nefsimize ve toplum vücuduna gıda olarak sunalım.
Rabbimiz yardımcımız olsun.
Ramazanımız mübarek olsun.