-1-
Bir süredir yazamadık. Validemiz, pırlantamız, sebebi varlığımızın rahatsızlığı tüm benliğimizi alt üst etmişti. Şükür biraz toparlandı.
Bu arada konular da birikmiş.
Bir fırsat bulup bu kadim şehrin gündemini takip ettiğimizde bir seçim bombası dikkat çekiyor.
Sahi böyle bir kurum var mı imiş. Karaman ve çevresinde hiç duymadık görmedik. Sadece yıllar önce “pancar kavşağı” olan ve sonra dikilen bir heykel nedeni ile “Piri Reis” adını alan kavşağı bilirdik.
Ama varmış öyle bir kurum. Seçim vakti gelince her gün çarşaf çarşaf gündeme düşüyor. Üstelik kıran kırana bir mücadele ile. Eh Pancar Ekicileri Kooperatifi seçimleri hayırlı olsun.
Dileriz yeni yönetim bu kuruma düşen görevleri, toplum yararına daha liyakati ile yapar da biz de tanımış oluruz.
-2-
Geçtiğimiz günlerde Şehrin Karıncaları konulu bir makale yayınlamıştık. Okundu okunmadı bilmiyoruz. Bu konu ile ilgili kurumlarda basın birimleri var. Elbet bunlar bu konuyu üstlerine iletmiş ve onlar da bu konuyu okuyup haklılığı konusunda bir karara varmışlardır. Diye düşünüyoruz da…. Tabi dahi anlamındaki de ler ayrı yazılır.
https://www.karamandauyanis.com/yazarlar/hasan-ozunal/sehrin-temizliginin-karincalari/92417
Zira konu her geçen gün daha da kronikleşiyor. Ama ilgili birimlerden TIK yok…
-3-
Tabi hemen bu konuyla bağlantılı bir konu daha var. Şehrin temizliği.
Şehrin ara sokaklarında şöyle bir tur atın. Yüz metrede 200 atık göreceksiniz.
Üstelik daha bir saat önce o fedakâr temizlik işçisi kahramanlar ellerinden geldiğince o sokağı temizlemişken birkaç saat sonra hemen eskisinden daha krili olduğunu göreceksiniz. (Elinde cep telefonu körfez bir kuytuda bir bankın üzerinde mesai dolduran ve aldığı paranın helalliği hakkında bir düşüncesi olmayan birkaç temizlik görevlisi hariç)
Kirletenler neler. Cıgarasını zıkkımlanan, ızmaritini attığı yetmezmiş gibi bir de biten paketini yallah yerlere atanlar… Elinden tuttuğu yavrusuna bakkaldan atıştırmalık alan veli, o atıştırmalık bitince boş ambalajını verdiği çocuğu göre göre fırlatanlar. O yavru onun fırlatmasına elbette ses çıkaracak değil. O da gördüğünü yapıveriyor.
İnsan sevgisinden öne geçen bir hayvan sevgimiz var ki bir muamma. Evden ne kadar mutfak artığı var ise, yesinler diye kaldırım kenarlarında, ağaç diplerinde duvar üstlerinde… Eh o mübarek hayvanların da bir diyetleri var. Yedikleri oluyor, yemedikleri oluyor. Ve tüm kaldırımlar yemek artıkları.
Sonra da bunu yapanlar bir de şehir temizliğinden, hijyenden, medeniyetten bahsetmez mi? Konu hayvan sevgisi ve onlara merhametten çıkıyor, o atıklardan bir şekilde kurtulma ve göstermelik bir davranışa dönüşüveriyor.
-4-
Konular çok ama bir konuya daha değinelim de makale boyutlarını aşıp destana dönüştürmeyelim bu günkü yazımızı.
O konu da Hastane. Hani adı araştırma ve eğitim hastanesi olan Devlet Hastanemiz.
Öncelikle intikal. Hastane önündeki caddede olağan dışı bir yoğunluk. Bu yoğunluk göz önüne alınarak hız ayarlama ve ikaz levhaları konmuş olsa da tam bir ralli yolu… Gidiş istikametinde rampa yukarı güç deneyen ve sınırların çok üstünde hızlarla gidenlere, karşı yönden gelenler güçlendirilmiş egzoz sesleri ile daha yüksek hızlarla cevap vermekte.
Oluşan kargaşadan, zaten sorunlu olan vatandaşlar, tam anlamı ile şakına dönmekte.
Haydi, o yolu aştınız, hastane kapılarına geldiniz. İki girişli kapılardan şaşırmadan birisinin önüne geldiniz. Girmek için de epey bir efor gerekli. Çapraz, çift sıra, uygunsuz parklar, satıcılar, inşaat artıkları… Bu tür girişlerin adı “nizamiye” dir. Ama nizamiye nizamsızlığı daha ilk başta bir sıkıntı.
Haydi, orayı da aştınız. Bir arabalık park bulana bir gazoz hediye…
Yıllar önce inşaatın son günleri haber yapmak üzere gitmiştik. Müteahhit görevlileri ve Kamu Hastaneleri Temsilcisi ile son kattan çevreye bakarken 150 araçlık olduğu söylenen otoparkı az bulmuş ve eleştirmiştik. Nerede ise bizi o hastanenin son katından atacaklardı. Bu otopark onlara göre aslında yüzde bilmem kaç fazla düşünülmüştü. O park yerinden sonra 5 katı daha açıldı ve hala yer yok… Yarını düşünmek sorumlunun marifeti değil demek ki.
Hadi parkı da buldunuz ve soluğu içerde aldınız. 5-6 bankodan oluşan mekânda 2-3 çalışan önünde bir hayli uzun kuyruğu da atlattınız. Çok şükür. Sonra yapan mimarın kalemi kırılsın, o labirentlerde servis veya poliklinik arama çabası.
Sonrası?
Çok şükür sonrası bu kadar sıkıntıyı unutturacak kadar olmasa bile iyi ve rahat. Gerek poliklinik ve gerekse servislerde bir iki istisna dışında ilgili, sabırlı, hoşgörülü ve liyakatli görevliler var.
İstisnalar her yerde vardır olacaktır. Küçük dağları yaratanlar orada da yok değil. Basit bir araştırma ile falanca siyasinin yeğeni, falanca bürokratın hısım akrabası. Eh o kadar havayı da mı basmasın. O kadar azarlamaya veya terslemeye de hakkı olsun ama yani değil mi? Onu oraya yerleştirenlere bir saygısı bir minneti olmalı mı? Onlara laf getirmemek için herkesten fazla gayret etmeli mi? Eh insansa olmalı ve etmeli…
Sonra gelsin tahliller, tetkikler… Günler, haftalar, hatta aylar sonrasına sıralar. Üstelik mesai saatleri dışında o servisler boş duruken ve günün 16 saati işlem yapmaz iken.
Aynı raporu değerlendiren farklı iki doktorun farklı görüş ve tanıları, teşhisleri…
Sonuçta insan her yerde insan. O hoşgörü, sabır, gayret ve liyakatle çalışanlara selam ve saygılar. Üstelik sayıları da çok fazla, her ne kadar birkaç şaşkının kötülükleri onlara da atfedilse de çok ama çok fazlalar. Allah razı olsun, mesut bahtiyar etsin.
Bu arada az daha okusa da jandarma olsa dedirtecek güvenlikçileri de unutmamak gerek. Her an güvenlik sorunu oluşturacak kadar kontrolsüz ve rahatlar. Saygı kelimesi ise lügatlarında hiç yok. Hay size bu eğitimi verenlere dedirtiveriyorlar.
Ya vatandaşlar? Eh bir iki cümle yeter sanırız. O hastane onun babasından miras kalmış, ya da alnının teri, bileğinin gücü ile o hastaneye sahip olmuş, orada çalışanlar da hayat savaşında elde ettiği zavallı köleler.
Doktorsa hastalığı hiçbir şey söylemeden şikâyetleri duymadan şıp diye anlamalı. Sekiz saat mesainin dört buçuk saatini ona ayırmalı. Askerlik anılarını dinlemeli veya bayansa iğne oyasının inceliklerini dinlemeli. Tıbbiye, uzmanlık, stajlar falan derken 10-12 yıllık eğitimde öğrenemediklerini o doktorlara bağırarak öğretmeli. Servisteki diğer hastalar ne yaparsa yapsın servisin bütün personeli kapıda kul olup el pençe divan durup beklemeli. Yok, öle bedavadan maaş almak. O para onun vergisinden ödeniyor.
Detay çok, ama bir makale boyutunu epey aştık. Başka zaman detaylara değinmek üzere esenlikler…
20251016
Yorumlar
Kalan Karakter: