Ahmet TEK
İki kez ‘ölü göl’ gördüm. İlk gördüğüm ölü
gölün cesedi yoktu. Dünya kendi yarasını kendisi sarıyor. Bunu biliyordum. Ölen gölün cesedini de dünya
defnediyormuş. Bunu sonra öğrendim.
1980’li yılların başında gördüğüm,
İnsanoğlu sadece kendi türünün ölüsünü
kaldırır. Öldürdüğü şeyleri, olduğu gibi bırakır. Böyle davranması belki
doğadan öç alma biçimi, belki dünyayı korkutma yöntemidir. İnsanoğlu, her şeyi
öldürür ve kendi türünden olanının dışında cesetlerini kaldırma zahmetine
girmez. Dağı deşer, kalbini oyar, öylece bırakır. Ormanı yakar, ağaçları keser
geriye dönüp bakmaz. Irmakları kirletir, dereleri kurutur vicdanı sızlamaz.
Sızlayan vicdan zarara yakın olmaz, zarar verene ise karşı çıkar.
İlk kez ölü göl görmenin şokunu hayatımdan
çıkaramadım. Üstelik gölden geriye hiç iz yoktu. Ama ikinci kez gördüğüm ölü
göl, kefenlenmişti. Yer yer lekeli, uzun beyaz bir kefen. Kefenleyen insanoğlu
değildi. Dünya kendi çocuğunu kefenlemişti. Ceset ortadan kaldırılmadan gördüm.
Göl, coğrafi terim olarak karalar üzerindeki
çukur alanlarda birikmiş ve belirli bir akıntısı olmayan durgun su kütlesine
denir. Su çekildiği zaman, zemin artık bir çukurdur, çanaktır. Göl artık
ölmüştür.
Yirmi yıl kadar oluyor. Şeb-i Arus Törenleri
ile bazı mekanlarda fotoğraf çekmek için bir grup gazeteci, Ankara’dan Konya’ya
gittik. (Şeb-İ Arus, düğün gecesi demektir. Mevlevilikte Mevlana Celaleddin
Rumi’nin öldüğü gecedir. Mevlana, 17 Aralık 1273’de 66 yaşında Konya’da vefat
etmiştir. Konya’da her yıl Aralık’ın üçüncü haftası Şeb-i Arus olarak
kutlanır.) O yıllarda törenler, 1980’de hizmete giren Konya Kapalı Spor
Salonu’nda yapılırdı. Salondaki basketbol direklerini sökmeye bile gerek
duymazlardı. Salon, hatırladığım kadarıyla 2.500 kişilkti. Konya stadının
bulunduğu 100 dönümlük alanın bir köşesindeki bu salon, geçen yıl Ekim ayının
son günlerinde, Millet Bahçesi yapılacağı gerekçesiyle yıkılan yapılar arasında
yer aldı. Oysa Spor Müzesi olarak değerlendirilmesi için çaba gösteren bir grup
vardı. Demek ki başarılı olamadılar. Türkiye’de yıkım ekipleri karşısında kimse
başarılı olamaz. Bu bir zihniyettir. Bu yıkım Ak Parti döneminde olmuştur. Spor
salonu yıkımının binlerce kişinin anılarını
yıkmak anlamına geldiğini kimseler düşünmemiştir. Konyalılar rıza
göstermese elbette el sürmeye cesaret edilemezdi. Susmak, karşı çıkmamak onay
vermektir, rıza göstermektir. Yıkılan stadın ve çevresindeki yapıların yer
aldığı araziyi burada spor yapılması için bir hayırseverin bağışladığını
okudum. Gerçekse vah vah.
Hafta boyunca Konya’da kaldık. Yine yıkılan
alandaki, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün temiz ve sakin misafirhanesinde
konakladık. Geceleri törenleri izledik, gündüzleri şehir merkezi, Akşehir,
Beyşehir, Kilistra Antik kenti ve Sille’de fotoğraflar çektik.
Ramazan’a denk düşen günlerdi. Havalar
fotoğraf çekimine uygundu. Ekip arkadaşlarıma Karapınar’a gitmeyi önerdim.
Obrukları, Meke’yi, Acı Gölü, Hotamış Gölü’nü ve bazı Türkmen köylerini
fotoğraflayabileceğimizi söyledim. Bölgeye iki gün ayırdık. Çok verimli bir
gezi oldu. Dönemin Belediye Başkanı Kamil Bülbül Okuyucu, gezebileceğimiz
yerleri söyledi, rehber verdi. Nezaketli bir insandı. Onun yönlendirmesiyle
Karapınar’daki bir antikacıdan deve tüyünden dokunmuş, çok güzel bir duvar
halısı aldım. Böyle güzel bir halı bir daha karşıma çıkmadı. Dokusu, ilmek
yoğunluğu, deseni, renkleriyle 100 yaşın üzerinde çok çok güzel bir halı.
Programladığımız yerleri gezdik, güzel
fotoğraflar çektik. Hotamış Gölü sona kaldı. Bölgeyi daha önce gezen ve bilen
tek kişi olduğum için rehberliği ben üstlendim. Köye girdik ama göl yoktu. Uzun
süredir köye kimse gelmemiş olacak ki, 25-30 kadar kişi meraklı gözlerle bizi
izliyorlardı. Yanlış yere gelmiş olabileceğimizi düşünerek, “Burada Hotamış
Gölü olacaktı. Yanlış mı geldik?” diye sordum. Herkes dalga geçer gibi bakıp,
alaycı bir gülümsemeyle “İşte göl karşıda” dediler. Gerçekten biraz ötemizde sanki
bir göktaşının açtığı dev bir krater ağzı vardı. Çevresinde ot bile olmayan dev
bir çukur. Yazının girişinde paylaştığım
vaha
görüntüsünden iz yoktu. Göle ait hiç bir işaret yoktu. Galiba göl çevresi
sürülmüş, tarıma açılmıştı. Bize merakla bakan kişilerin hiç birinin gölün
yasını tutmadığına tanık oldum. Göl kaybolmuştu, su bitmişti, hepsi bu. Göçmen
kuşlar gelmiyormuş, sazlıkların serinliğinden hayat bulan kurtlar kuşlar
gitmiş, kurbağa sesleri kesilmiş, bozkırın balığı bitmiş, çiçekler kaybolmuş, ne
arı var, ne kelebek. Umurlarında değil. Üzüntünün emaresi yoktu, hiçbirinde.
O günlerden aklımda kalan görüntüler bunlar.
Göl ölmüş, cesedi yok. Doğa kendi evladının cesedini ortada bırakır mı? İşte
benim ilk gördüğüm göl ölüsü veya ölü göl Hotamış’dı. Hatırladıkça üzülürüm,
tüylerim diken diken olur. Gölün ölümü kadar, gölün ölümünde payı olan
insanların umarsızlığına yanarım. Anadolu steplerine ilahi bir elin çizip en
güzel biçimde inşa ettiği ve içini tertemiz suyla doldurduğu nimetlerin bizlere
Allah’ın ikramı olduğuna inanırım. Ama bu doğa harikası nimetler birer birer
ölüyor. Doğanın ölüm çığlığına hepimiz sessiz kalıyoruz. Oysa dünyanın en
gürültücü ve en iyi duyan yaratığı insanoğludur. Hotamış‘ın ölümüne göz yaşı dökenler
insanoğlunun dışında, Hotamış’ı bilen her canlı ya da cansız varlıklar
olmuştur. Biz onların gözyaşlarını hissedebilsek, göllerimizi öldürmez,
emanetlere zarar vermez, dünyanın canına okumazdık.
Konya Ovası Projesi kapsamında Hotamış
Gölü’nün suni göl olarak düzenlendiğini duyunca çok mutlu oldum. Zeyve Pazarı
yazılarımda sözkonusu ettiğim KOP’un en büyük yatırımlarından biri Hotamış Gölü
olarak karşıma çıktı. Göksu Havzasındaki sular, Mavi Tünel ile Hotamış’a
aktarılıyor. Burada 55 kilometrekarelik alanda 580 milyon metreküp su
depolanması planlanıyor. Ayrıca, 12 metre derinliğe ulaşacak olan gölün içine
iki ada yapılarak, göçmen kuşların konaklaması sağlanacak. Ulaşabildiğim bilgi,
2018 yılı sonunda Hotamış’da 20 milyon metreküp su depolanması oldu. Hotamış
sazlıklarının kurumadan önceki alanı 16 bin 500 hektar olarak kayıtlara geçmiş.
KOP İdaresi’nin yatırımları takip
etmesindeki başarısını bilmiyorum. Ama tanıtımda sınıfta kaldığını üzülerek
söyleyebilirim. Bu denli büyük yatırımı tanıtmaktan, bu bölgelere gezi düzenlemekten
çekinmelerinin bir nedeni olmalı. Konya, Karaman, Aksaray ve Niğde’nin kaderini
değiştirmeye aday bir projeyi kamuoyuna sunmamanın mantığını anlamakta
zorlanıyorum. Cumhurbaşkanımızın İstanbul dışındaki yatırımları da gezmesi
gerektiğine inanıyorum. GAP, ülkemizin gelirinin büyük bölümünü götürdü. Ama
GAP’ı dünyaya tanıttık. KOP da öyle, büyük yatırım. Halkın bu yatırımların
getirisini bilmesi moral açıdan da verimli olacaktır. Yaptığı büyük yatırımları
anlatamayan bir iktidar mı olur? Çevre
Bakanı Sayın Murat Kurum bölgenin çocuğu. İnşallah o farkına varır.
Patates ve soğanı ithal etmek zorunda kalan,
bunun nedenini araştırıp gereğini yapmak yerine, seçim öncesi oy kaygısıyla
büyük şehirlerin meydanlarına tanzim satış çadırları kurduran iktidar, bu
yatırımları göz ardı edemez. Bu yıl, bir aylık dönem için kurulan tanzim satış
çadırları, bu ülkenin en büyük yatırımlarından olan Konya Ovası Projesi’nden
daha çok medyada yer almıştır. Bunun sorumlusu, projeyi tanıtamayanlar olabilir
mi?
Meke Gölü’nün öyküsü bir sonraki yazıya
kaldı.
Not:
Her yıl 22 Nisan, Uluslararası Tabiat Ana Günü (UTAG) olarak kutlanmaktadır. Bu
kutlamanın amacı, yeryüzünün ve ekosistemin her birimize yaşamı ve bunun için
gerekli maddeleri sağladığını fark ettirmektir. Uluslararası Tabiat Ana Günümüz
kutlu olsun.
Yorumlar
Kalan Karakter: