Seyahat öğreticidir, göstererek öğretir.
Seyahat hatırlatıcıdır, unuttuklarımızı hatırlatır.
Yol arkadaşımla yaptığım son seyahatim Kurban Bayramı ve yaz tatilinin bitimine denk geldi.
Anamur’un Abanoz Yaylası’nda bir yörük genciyle tanıştım. (İnşaAllah Hacı Veli’yi daha sonra yazacağım. Hikayesi çok uzun. Her haliyle dikkati çeken bir genç. Tertemiz yürekli bir yörük.)
Yemek teklif etti, teşekkür ettim. Çay içelim dedi, tamam dedim.
Uzunca konuştuk. Anamur’a bir iş için gitmesi gerekiyormuş, gitti. Gitmeden evine davet etti, belki diyerek yanıtladım.
Sabah gün ışığıyla uyandık. Hacı Veli’nin evine gitmeye karar verdik. Kızılca Köyü, Abanoz’a 25 kilometre kadar uzak olmalı.
Orman içi yollarından geçiyoruz. Maalesef tabela görmek mümkün değil. Üç köyü geçiyoruz, her köyde yolu soruyoruz.
Keçi sürülerinin kaldırdığı toz, ağaçların arasından sabahın ilk ışıklarıyla birlikte altın hüzme gibi yağıyor. Arabamız ve biz tozdan nasibimizi alıyoruz.
Hacı Veli, köy girişinde beklemeyip bizi karşılamamış olsa, evini asla bulamayacağımızı, on kilometrelik yayla yoluna sapınca idrak ediyoruz.
Kızılca Köyü ile aynı adı taşıyan yaylaya gelince, birbirlerine biner metreden daha uzak, konuk olacağımız eve benzer (dış görünüş itibariyle) iki ev daha görüyoruz.
Taşeli Platosu’nun dev kayaları arasında küçücük, şirin bir ev. Prefabrik evlere benziyor. Torosların görkemli kayaları gözümüzü aldatıyor, bu nedenle ev kibrit kutusu gibi küçülüyor.
Evin girişi, sahanlık diyelim, 2.5 metrekarelik bir yer ve zemini beton. Üstü kapalı, önü, sağı, solu doğaya açık. Bir masa, dört plastik sandalye.
Oturuyorum, bozuk yol ve virajlardan olmalı, vücudum sanki titriyor. Önümde tandır, sürekli kullanıldığını tahmin ediyorum.
Temiz hava ciğerlerime dolarken keçi, oğlak, koyun, tavuk ve horoz sesleri, bodur meşelerin ve kızıl çamların sesleriyle sabah müziğinin en güzel notalarını sunuyor.
Gözüm etrafı tarıyor; küçük çitler, çalı, çırpı kullanılmış. Büyükçe bir kayanın dibinde iki ayrı ağıl. Tavuklar için iki kümes.
Etrafta çok tavuk var, galiba iki yüzden fazla. 150 keçi, on koyun olduğunu öğreniyorum.
Masadan kalkıyorum, çevreyi görmek istediğimi söylüyorum.
Ağılların, kümeslerin yakınına kadar gidiyorum. Her yer temiz. Burası bir evin bahçesi değil, Toroslardan bir köşe. Yurt olmuş, ev kondurulmuş. Evin sınırlarını süpürülmüş yerlerden anlamak mümkün.
Evet, süpürülmüş, çalı süpürgesi izleri var. Keçi, koyun, tavuk, horozu bol bir alan tertemiz. Akıl alacak gibi değil. Dağ süpürülmüş. Mecazi anlamda değil, gerçekten dağ süpürülmüş.
Bir yörük gelini, yuvam dediği kayaların eteklerini evinin parçası görmüş.
Sabahın o güzel havası gördüklerim karşısında daha da güzelleşti. İçime dalga dalga mutluluk aktı.
Toroslara gelirken Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Ankara, Konya, Karaman ve Mersin güzergahını izledim.
Gördüğüm; bu güzel ülkenin içine edildiğiydi.
Yol boyunca çöp yığınlarına bakarken, bu pisliklerin bir sonraki bayrama kadar zor temizleneceğini düşündüm.
Pet şişeler, metal şişeler, cam şişeler, her çeşit kutu, plastik ve karton bardaklar, çöp poşetleri, bebek bezleri, her türlü ambalaj atıkları, çürümüş meyve, kokmuş yemek, ekmekler, kedi ve köpek leşleri, sayamadığım her tür nesne.
Yollar çöp dağları. Çöplerin önemli bölümü en az dört kuşak doğada çözülmeyecek nitelikli.
Zehirlenen sular, böcekler, telef olan balıklar, kuşlar, mideleri çöp kovasına dönen inekler, koyunlar...
Sahi, siz nasıl insanlarsınız? Nerede, nasıl çoğalıyorsunuz bu kadar hızlı?
Gittiğiniz tatil beldelerini, sahilleri, park, bahçeleri, piknik alanlarını, su başlarını, akarsu yataklarını, geçtiğiniz güzergahları, mola verdiğiniz ağaç diplerini, adım attığınız her yeri nasıl çöplüğe çeviriyorsunuz?
Bu denli iğrençliği, çirkinliği, kirliliği kimden öğreniyorsunuz?
İnancınız, vicdanınız, ülke sevginiz, insanlıktan zerre nasibiniz varsa, her canlının hissesi olan herhangi bir yere, bir çöp atmaya eliniz gitmez.
Sizler, iğrençliğinizi yaşadığınız kentlerin kaldırımlarından, toplu taşıma araçlarına varıncaya kadar bulaştırırken, bu ülkeyi ayakta tutan insanların kim olduğunu, değerlerinin neler olduğunu öğrenmek ister misiniz?
Dağı süpüren analar. İşte onlar ki, çevrelerini evinin içi gören, yürekleri de kendileri de temiz analar.
Seyahat hatırlatıcıdır. Harman yerlerini süpüren anaları hatırladım. Sadece kapılarının önünü değil, sokağı süpüren anaları hatırladım.
Ben o analardan birini gördüm. Evinin misafiri oldum. Yoğurdunu, peynirini yedim. Çayını içtim. Paça çorbasını kaşıkladım.
Dağı süpüren bir el neye dokunursa o lezzet kazanır. Yoğurdunun, peynirinin tadı damağımda. Hele paça, 60 yıllık ömrümün en leziz çorbasıydı.
Keçilerin, koyunların, tavuk ve horozların dolandığı bir alanı emanet gören Torosların temiz kadını; Elif kızınla, Emre oğlunla, güleç kocan Hacı Veli ile, rabbim size huzur ve mutluluk versin.
Makbule, beğenilen, hoş karşılanan demektir. Torosların Makbule anası, her yerde adın gibi olasın.
Bu ülkenin gerçek sahipleri sizlersiniz. Ovamızda, dağımızda sizin alın teriniz, sizin emeğiniz var.
Ne olursunuz, bizlere hakkınızı helal ediniz.
Yorumlar
Kalan Karakter: