Çocukluğumuz bir alemdi bizim. Bahçe aralarında, sokaklarda alabildiğine hür bir çocukluk yaşadık. Arkadaşlıklar, oyunlar, yemeler, içmeler, kavgalar, dövüşler hep bizim içindi; hepsi de bir ayrı güzeldi, bir
Ben bu güzellikler içinde kendimden geçmiş bir halde
mahallede çocukluğumu yaşarken, bir sorunla yüz yüze geldim; Hacı Lort Abinin
bir yardımcıya ihtiyacı varmış ve Beni gözünden kestirmiş. Rahmetli Mustafa
Abim Hacı Lort Abinin asker arkadaşıydı. (Rahmetli Mehmet Özgüven) Mustafa Abim
Hacı Lort diye çağırırdı kendisini. Abime söylemiş,” Bakkal dükkanında
yalnızım, namaza ve etrafta işlere gidiyorum, Abdurrahman gelsin de dükkanda
duruversin, dükkan boş kalmasın” diye.
Abim de Benim mahallede “İt daşlamamdan.” (o zamanlar boş
gezenlere it daşlıyor veya boş gezenin boş kalfası derlerdi.) Muzdarip
olduğundan, teklifi hemen kabul etmiş. Tabii Bana sorma yok. Haydi bakalım,
sabah kalkınca doğru Şabaniye Camisinin karşısındaki küçük camekanlı büfe tipli
bakkal dükkanına. Aslında Benim için çok iyi bir şeydi; Hacı Lort Abi çok iyi
davranıyor, her şeyi ikram ediyor, üstelik para da veriyordu. Ama Bana
dünyaları verse makbule geçmezdi; Hacı Lort Abiye kinim büyüktü; Beni
mahalleden koparmıştı.
İlk üç gün kendim bakkal dükkânında, kafam mahalledeydi.
Hani vardı ya, “ Kendim gurbet elde, gönlüm sılada…” diye. Arkadaşlar şimdi hangi bahçedeydiler, hangi
oyunları oynuyorlardı, bu gün hangi ağaçlara tırmanacaklar, komşulardan kimin
canını yakacaklar… Bunlar kafamı meşgul ediyor, bir türlü kendime gelemiyordum.
Hacı Abi, devamlı ikramda, “Abdurrahman şeker ye! Lokum ye! Püskevit ye! Oğlum
arzu ettiğinden, istediğin kadar ye!...” diye. Hayır, ısrarla yemeyi
reddediyordum. Bana anlatıyordu: Şu ürünün fiyatı şu, bunun ki bu diye, sonra
soruyor anlayıp anlamadığımı ölçüyordu. Ben 10 yaşındayım, hiçbir şey anlayacak
durumda değilim, ama kafamı sallıyordum; anladım diye. Hacı Abi yokken müşteri
geliyor 10 kuruşluk şeker istiyor. Hiç bozuntuya vermiyorum, kendimden emin;
elime geçen ilk gramı terazinin bir kefesine, avuçlayabildiğim şekeri de diğer
kefesine koyuyorum, müşteriye veriyorum. Müşteri memnun, Ben memnun, Ya Hacı
Abi?... Bilmiyorum; o da bilmiyor!
İlk üç günden sonra kendime gelmeye, bakkal dükkânını
keşfetmeye başladım. Allah’ım lokumlar, püskevitler sandık sandık, kutu kutu.
Yavaş yavaş etrafımdaki nimetlerin farkına varmaya başladım. İki püskevit
arasına lokumu koyup yemesi, mat şekeri kıtır kıtır dişlerimizde parçalayarak
yemesi; erişemediğimiz, çok zor elde ettiğimiz bir zevkti. Mahalle arasında
oynarken bunları hayalimde bile göremezdim; çünkü bize göre bunlar çok lükstü.
Bir de bizde öyle bir mide vardı ki, ye ye doymazdık. Çok hareketli
olduğumuzdan doyma bilmezdik. Mayalı ekmekle 5 kıyma sıkması bizim için
atıştırmalıktı.
Dördüncü günden sonra, savulun Ben geliyorum diyerek
besmeleyi çektim. Kutuların başına çöktüm. Ancak Hacı Abi dükkândayken hiçbir
şeye el sürmüyor; hiçbir şey yemiyorum. Hacı Abi çok iyi insan, Benim yeme
isteksizliğimden rahatsız oluyordu; istiyordu ki, bir şeyler yiyim. Hâlbuki Ben
o gidince icraata başlıyorum, nezaket icabı tabii. Hacı Abi ikindi namazını
kılıp gelinceye kadar Ben çok hızlı bir şekilde lokum püskevit yemeğine
başlıyordum. Püskevitlerin arasına lokumları koy koy, ye… Bu lokumlar,
şekerler, püskevitler dayanılacak gibi değil… Ye babam ye!... Zavallı Hacı
Abi!... Ne büyük bir bela ile karşılaştığının farkında bile değildi.
Bu saltanat üç gün sürdü. Lokum ve püskevit kutularının beli
göçmeye başlamıştı; bu yemeye ne lokum, ne de püskevit dayanabilirdi!... Karşı
sokaktaki dükkândakiler de durumu Hacı Abiye bildirmişler, “Sen namaza gidince
bir başlıyor, yiyor ha yiyor…” diye. Hacı Abi söylenenleri dinliyor, bir de
kutulara bakıyor; epey bir göçük var. Ne yapsın?... Hacı Abi sıkıntılı; nasıl
bir belaya çattığını anlar gibi oluyor. Çareyi de buluyor, Beni çağırarak,
“Abdurrahman Sen önümüzdeki hafta gelme! Sen gene mahallede oynamaya devam
et!...” dedi.
Yorumlar
Kalan Karakter: