Değişimin çok hızlı olduğu yıllardı. Fakirlik çok
yaygındı. Hayat standartları çok düşüktü.
En zengin Karamanlının standardı şimdiki asgari
O yıllarda Karaman’da çok az ev vardı. çarşıda da
dükkanlar sınırlıydı. Kumpanya, Yayla bakkaliyesi, Dizdarlar en
büyüklerindendi. Esnaf olmak önemli idi. Kız isteme konularında esnaflar tercih
edilirdi. Her kes bir sanat sahibi olmak için çalışırdı. Okumak, memur olmak
popüler olarak esnaflıktan sonra gelirdi. Evlerimizin etrafı meyve bahçeleriyle
doluydu. Çocukluğumuz hep bahçe aralarında geçerdi. Bahçelere meyve yolmaya
giderdik; ancak bahçe sahipleri çok acımasızdı, yakalandığımızda ağır bedeller
öderdik… Terbiye metodu dayaktı. Her yaptığımız yanlışta mutlaka dayak yerdik.
O hale gelmiştik ki, dayak yiye yiye pişmiştik. Dayak yemediğimiz günün zevkine
varamazdık; dayak yemek için mutlaka bir şeyleri yanlış yapmanın gayretinde
olurduk.
Bo.lubent Karaman’ın plajıydı. Hamza zindanının ve Mut
yolu sapağına yakın yerde bir dereydi. Çimmeye oraya giderdik. Ancak bahçe
aralarından geçmek zorundaydık, çok dikkatlice bahçe aralarındaki dar yollardan
geçerek Bo.lubente ulaşırdık. Çünkü atlı ve silahlı kır bekçileri vardı; bunlar
meyve bahçelerini korumakla görevliydi. Bunlarla karşılaştığımızda ya kaçar
veya birkaç kırbaç yiyerek geri çevrilirdik. Ne yapalım yani Karamanımızın tek
plaji orasıydı. Derenin ortasında 10 m. Uzunluğunda derin bir yer vardı burayı
yüzerek geçmek zorundaydık; aksi takdirde boğulurduk. Buradan geçmek için iç
donlarımızın uçlarını bağlar, ıslatır, şişirir üzerine abanarak yüzmeye
çalışırdık. Neticede yüzmeyi burada öğrendik.
O yıllarda Karaman’da mensucat fabrikası yapılmıştı.
Açılışa Başbakan Menderes’de gelmişti. Bizler ilkokul öğrencileri olarak
sıralar halinde yollarda bekletilmiştik. Fabrika açıldıktan sonara Karaman’da
sosyal yapı hızla değişmeye başladı. Yüzlerce bayan fabrikada çalışmaya, para
kazanmaya başladı. Bu durumda esnafın işi gelişmeye başladı. Kadınlar eskiden
ağabeylerine ve babalarına tabii iken, eve para getirmeye başlayınca hükmeden,
emir veren olmaya başladılar. Aile içinde büyük sosyal değişiklikler oluşmaya
başladı…
50’li yıllarda istasyon caddesi Karaman’ın piyasa
caddesiydi. Yolun tabanı parke taşlarla döşenmişti. İki tarafı büyük kavak
ağaçlarıyla kuşatılmış, yemyeşil çok güzel bir caddeydi. Evler iki yanda, bir
veya iki katlıydı; insanlar henüz rantiyeci, paragöz olmamıştı. Bilhassa Pazar
günleri erkekler en güzel elbiselerini giyer, bisikletlerin üzerinde süzülür,
piyasa yaparlardı. Faytonlar trenle gelen yolcuları şehre taşır, ahenk içinde
kırbaçlarını şaklatır, düdüklerini öttürürlerdi. İnsanlar istasyonda çimenler
üzerinde piknik yaparlar, tren gelince herkes o tarafa koşuşur el sallayan
yolculara karşılık verirler; mutluluğun tadına varırlardı.
Futbol o yıllarda çok sevilirdi. Şimdiki yüzme
havuzunun bitişiğinde toprak sahamız vardı; Pazar günleri iddialı maçlar
yapılırdı. İdman yurdu ile Kalespor başat takımlardı. İki takımın maçı Karaman
derbisi sayılırdı. Maçlarla ilgili tartışmalar bir hafta öncesinden başlar, tatlı
bir rekabet sürer giderdi. Kalesporlular genellikle Kırmahalleliydi. Maçlarda
çok büyük tezahürat yaparlar her şeylerini Kalespor için ortaya koyarlardı.
Galip geldiklerinde büyük tantana ve şaşaa içinde istasyon caddesine
dökülürler, galibiyetlerini doyasıya kutlarlardı. Karaman yerinden oynardı.
Kalespor yenildiğinde de; sahanın Kırmahalle tarafındaki elma bahçelerinin
arasından sessizce kaybolurlar, çıt çıkarmazlardı…
Fakirlik on yıla damgasını vurmuştu. Evler kapalı
ekonomi idi. Her şey evde üretilir ve tüketilirdi. Bizim mahalle Hecceler’de
her ailenin inekleri, tavukları vardı. Et, süt, yumurta başlıca besin
kaynağımızdı. Şimdiye göre, fakirliğimize rağmen çok daha iyi beslendiğimizi
görüyorum. Her şey çok doğal ve lezzetliydi. Sebze meyve son derece ucuz,
genelde herkes hayat veya küçük tarlasında bunları eker, yetiştirir kendi
ihtiyacı için kullanırdı. Unumuzu değirmende kendimiz öğütür, bulgurumuzu
kendimiz kaynatırdık. Evde mayalı ekmek yapılır, çarşı ekmeğini katık olarak
yerdik. En büyük zevkimiz para bulduğumuzda lokantada pirinç plavı ile çarşı
ekmeği yemekti.
İlkokulu bitirdikten 1958 sonra bir yıllığına kuran kursuna yazıldım. Kurs askerlik şubesinin arkasında müftülükle bitişikti. Kursta acemileri rahmetli Ak hoca, kurana geçenleri rahmetli Hasan Hüseyin hoca, hafızlığa çalışanları Mehmet Emin hoca okuturdu. Hocalarımızın her biri bütün gayretleriyle öğretmek için çalışırlardı; onlar da çok idealisttiler. Bir yıl sonunda kuranı hatmettim ve hafız olmak istedim; ancak sesim ve nefesim yeterli olmadığından reddedildim. Sonra çeşitli sanat kollarına devam ettim; ancak hiçbiri beni sarmadı, kaçtım. Sonuçta ortaokula yazılmaktan başka çarem kalmadı, kayıt yaptırdım. İnsanın kaderi neyse o oluyor. O yol önüne açılıyor, yürüyüp gidiyorsun. Rabbime şükürler olsun hep doğrudan, iyiden yana tavır alarak bürokratik kademelere tırmandım… Karaman’dan kesitler sundum. Karaman anlatmakla bitecek, yazmakla sonuçlanacak gibi değil. Ama biz o topraklarda doğduk, seviyoruz; her gelişimde Akyokuş’tan Karaman’ın kokusunu alarak mutluluğun tadına varırım…
Yorumlar
Kalan Karakter: