Muhammed dört veya beş yaşlarında.
Üç gün önce gördüm ilk kez onu.
Vardığımızda açık pencereden ilâhi sesi geliyordu.
Üç kardeşler.
İki yaşlarında kardeşi, on yaşında abisi var.
İki ay oldu aileyi tanıyalı.
Babaları şimdilik başlarında değilmiş.
Hatunla beraber altı veya yedi kez uğradık.
Ben arabada bekliyorum.
Yola bakan pencerenin yarısını kaldırım kaplamış.
Pencere demirli.
Demirde kilitli bir çocuk bisikleti var.
Son uğradığımız da gördüm ki bisiklette oturak yok.
Sordum:
Oturak ve arka tekere destek,
iki teker olmayınca dururmuş sürekli.
Aldım götürdüm.
Bir saat sonra döndüğümüzde,
Muhammedi biz'i beklerken bulduk.
Bisikletin gittiğini görünce beklemeye başlamış kapı önünde,
anneyle beraber.
Ben'de ilk o zaman gördüm Muhammedi.
Biraz ürkek bakıyordu bisikletine.
Anne ve bizim hatun oturttular Muhammedi bisiklete.
Haydiii.
Anne arkada tutuyor ve çevir çevir diyordu ki,
Muhammed pedalı iki tur çevirdi.
O anda Muhammed gülüyor,
Mustafa dede ağlıyordu.
Akifin safahatındaki,
"Kocakarı ile Ömer." şiirinin sonunu hatırladım.
Ağlayan çocuklar karınları doyunca,
Oynamaya başlayıp gülerken,
Ömer de ağlama ya başladı diyor ya Akif merhum.
O sahne canlandı gözümde.
Anne dediki dedeye teşekkür et bakalım Muhammed.
Teşek-kür ede-rim dede.
Dedi adı güzel Muhammed.
Güle güle bin diyebildim.
Vedâlaştık Muhammed le.
Bir kaç yardımsever arkadaşım sayesinde ikinci bayramdan beri MUHAMMED gilin buzdolabı oldu.
Buradan bütün kalbî teşekkürlerimi sunuyorum onlara.
Rabbim kabul buyursun ikramlarını.
Öyle zor ki güçsüzlük.
İnsanın bir problemi kimseyi rahatsız etmeden, çözmek geliyor içinden.
Ancak imkan meselesi.
Her neyse çözdük Elhamdulilah buzdolabı sorununu.
Bu hafta CUM'A lık olarak,
bu canlı yaşam öyküsünü kabul buyurunuz.
Lütfen.
Sağlıcakla kalın.