Doğuştan gözleri görmeyen birisine renkleri anlatamazsın. Bir insana hiç görüp tanımadığı bir nesneyi anlatmak da pek güçtür.
Ömründe hiç yayla görmemiş birisine dağların lalesini, nergisini, sümbülünü, mantıvar çiçeğini anlatmaya çalışmak da beyhude bir çabadır.
Buz gibi, büngüldeyip kaynayan berrak pınar suyunu görmeyen bir insan nasıl hayal etsin. Pınarların ayağında yetişen yarpuzu, naneyi, gerdemeyi, kazayağını da anlayamazsın.
Çadır ateşinde pişirilen kahvenin tadı ve onun eşliğinde sürüp giden sohbetin güzelliği de ancak yaşanırsa anlaşılır.
Yörüklerin terk etmemek için uğruna kavgaya girişip canlar verdikleri yayla hayatı, zahmetli ancak temiz ve sağlıklı bir hayattı.
Şehrin gürültüsünden, sıcağından, insanı hırpalayan stresinden bunalan insanın yayla özlemi çekmesi cennet özlemi çekmek gibi bir şeydir. Bunu bilenler bilir.
Her sabah kahvaltıda gözlerim karşı dağlara çevriliyor. Sanırım sadece duygu meselesi değil; kanımız, genimiz çekiyor.
Ne demişti Osman Gazi oğullarına öğüt verirken? "Sakın ha oturak olmayasuz, beylik konup göçmenlere (yörüklük edenlere) kalır."
Ne yörüklük ne beylik kaldı, hepsi hayalde ve hatıralarda. Günümüzün acı gerçeği savaş. İran ve İsrail bir haftadır füzelerle ve bombalarla birbirlerine saldırıyorlar. Büyük şeytan da ortalığı daha çok nasıl karıştırabilir derdinde. Rabbim yurdumuzu saldırı ve savaştan korusun, bütün insanlığa da huzur ve barış getirsin.
Yorumlar
Kalan Karakter: