Karaman Ticaret Lisesi ilk dönem mezunları (1974-1975) buluşmasına katılmak üzere Ekim’in üçüncü haftasında Karaman’a gittim.
Kaldığım ablamın evi, Aktekke ile İmaret camileri arasında yer aldığı için, ne zaman Karaman’a gitsem ilk gördüğüm yer, Aktekke Camisi ve Aktekke Meydanı olur.
Benim gerçek mahallem, Karaman’dan ayrıldığım güne kadar yaşadığım evimizin olduğu Seki Çeşme Mahallesi’dir.
Evimizin hikayesi ayrı bir mizah...
Nasrettin Hoca’nın hırsız fıkrasındaki gibi:
‘’Getir hırsızı!’’
‘’Gelmiyor!’’
‘’Bırak gitsin!’’
‘’Gitmiyor!’’
Aynen öyle. Neyse...
Geldiğim akşam yağmur yağdı. Yağmur sonrası dışarı çıktım. Şehrin üstünde henüz kömür ve sis tabakası yoktu. Havada, özlediğim yağmur sonrasındaki koku vardı.
Temiz havayı içime çektim, Aktekke’nin minaresini ve asırlık çınarı seyrederek meydana adım attım.
Spor ayakkabıları çantadan çıkarmaya üşenmiştim. Ayağımda bir kaç kez giydiğim bağcıksız ruganlar vardı.
Çınar’a ve hazireye uzun uzun baktım, dua ettim. Meydanın zeminine döşenmiş yarımşar metrelik, belki daha büyük, sırlı seramikten mamül karolar, yağmurla yıkanmış, lambaların şavkı, su birikintilerinde ve temizlenmiş karolarda yansıma yapıyor, ayna gibi parlıyordu.
Yağmur, kar gibi değil. Kar, örtüsünü yaydığı her şeyi beyaza boyar, hakimiyeti ele alır. Çöp dağları bile kar altında seyirlik manzara oluşturur.
Yağmur, temizi daha temiz yapar, toprağı balçığa dönüştürür, çöpleri bir araya getirip şişirir ve çirkinliğini kat kat arttırır.
Aktekke Meydanı’nda hem parıltı vardı, hem çöpler öbek oluşturmuştu.
Vatandaşın bir bölümünün, ortak mekanları çöplük gibi gördüğünü, bu nedenle hiç çekinmeden her çöpü istediği yere gönül rahatlığıyla attığını, belediyelerin ise çevre temizliğinde sınıfta kaldığını bilenlerdenim.
Ankara’da da böyle, Tekirdağ’da da, Edirne’de de, başka şehirlerin çoğunda böyle. Karaman’a özgü değil.
Ankara’da, bir ayı geçti, Ankaray girişindeki kümesleri kaldırtamadım. Espri olsun diye söylemiyorum, güvercinler için yapılmış kümesler var. Yürüyen merdivenlerin önleri ise taksi durağı olmuş.
Aktekke Meydanındaki mısır koçanları, çekirdek kabukları, izmaritler ve başka çeşitli atıklar bile keyfimi kaçıramadı. Rahmet yağmıştı. Bir gece sonra 43 yıldır görmediğim onlarca sevdiğimle buluşacaktım.
Bırak Oynasınlar Dönemi
Bir kaç adım ya attım ya atmadım. Zeminin yerinde duramayan karoları, meğer beni bekliyormuş. Bastığım her karo dev bir piyanonun tuşları gibi inip çıkmaya, oynamaya başladı.
Oynasınlar, oyun güzel şey. Çoğumuz oyunu sevmesek de, hayat bir oyun ve hepimiz oyuncuyuz.
Zemindeki karolar halay çeken düğün davetlileri gibi bir anda beni aralarına aldı. Şaşkınlığımdan halay başını ve mendilini göremedim.
Başkası olsa, karolar beni tanıdı, diye sevinebilir. Ben rahatsız oldum. Üstelik hiç birini tanımam. Halay çekemem, seyretmeyi de sevmem. Karo halayından kurtulmak için hamle yaptım. Karolar öyle sulu ki, beni bırakmaya niyetleri yok. İstasyon Caddesi başlangıcına kadar hünerlerini sergilediler.
‘’Yağmurda dans ederek
Yine mutluyum.
Yağmurda şarkı söylüyor ve
Dans ediyorum.’’
sözleriyle biten Singing in the Rain filminde şarkı söyleyen Frank Sinatra’nın performansını sergileyecek yaşta değilim.
Buna rağmen değişik figürlerle, daha çok seksek oynayan çocuklar gibi bir karodan diğerine atladım. Beni gören olmuşsa, beyamcanın keyfi yerinde, demiştir.
Kaldırımdan yavaş yavaş Tren Garı’na yürüdüm. Hızlı treni kaç yıl daha bekleyeceğini bilemeyen istasyona kadar gittim. (Sahi, bir dönem Ulaştırma Bakanlığı yapan milletvekili Karamanlı idi. Ben Ermenek’i Karaman’dan kabul edenlerdenim.)
Kaldırımları bakımsız gördüm. Aç ayı oynamaz, bakımı yapılmayan altyapı sıkıntı verir.
Lokantaların, çorbacıların, kafelerin, tatlıcıların ve marketlerin önünden geçtim. Ne çok iş yeri var.
İş yerlerinde müşteri yoğunluğu dikkatimi çekti. Müşterilerin çoğunluğunun üniversiteli gençler olduğunu biliyorum.
Karaman gibi şehirlerdeki üniversitelerin ilk faydası esnafa olmuştur. Üniversiteler önce esnafı aydınlattı. (Para, aydınlatır, para karartır.) Üniversiteler her şehir için sıcak para musluğudur, kesintisi de, yaz dönemi hariç, yoktur.
İstasyon Caddesindeki mekanların büyük bölümü dekorasyon ve konfor yönünden Ankara’dakilerle yarışacak niteliktedir.
Daha önce Karaman’a geldiğimde, bir çok mekanda oturdum. Yemek yedim, çorba içtim, çay ve kahve içtim, tatlı ve dondurma yedim.
Yediklerim bende kalsın. Mekanların, aydınlatma, ses düzeni, boya, badana, masa ve sandalye dizaynı ile güzel olduklarını söyleyebilirim.
Sundukları hizmet ve lezzet açısından, bana göre diyeceğim bir yer görmedim. (Benim Karaman’daki lezzet duraklarım başka yerlerde.)
Yavaş yavaş yürüyüşümü, geldiğim yöne dönerek sürdürdüm. Ayaklarım ıslaktı, Aktekke Meydanından geçmeye cesaret edemedim. Yolu uzatmayı göze aldım. Halay çekmek, dans etmek ve seksek oynamak istemiyordum. Karolar, oyunlarını sürdürüyor ve aralarına katılacak birilerini bekliyorlardı. Akordu bozuk piyano virtüözünü arıyordu.
Ben yokum, diyerek uzaktan seslendim. Hacıbeyler Camisi’nin köşesinden döndüm, Gümüşler İşhanı’nın karşısına geçip yürümeye devam ettim. Işıkları yanmayan Birtat Lokantası’nın önünden geçerken, yıllardır tirit yemediğim aklıma geldi.
Hizmet Kusuru Kul Hakkıdır
Ayakkabı çamurlu, çorap ve dizlere kadar ıslak pantolonla eve girdim. Ayakkabımın üzerinde benekler vardı, silerek ayakkabılığa bıraktım.
Sabah, karım ayakkabılarımı temizlemek istemiş, lekeleri çıkaramamış. Sakız sanmış ama değilmiş. Baktım, asit dökülmüş gibi, rugan bozulmuş. Vaktim olsa, arkadaşım Musa Böcü’ye götürür, ne olmuş buna, diye sorardım.
Aktekke Meydanından yadigar, lekelerinden utanan ayakkabılarımı hala ayakkabıcıya götüremedim.
ABD’de veya bir Avrupa ülkesinde olsaydım, yerel yöneticilerden, bir hayli pahalı olan ayakkabılarımın parasını bir kaç günde arabulucuya başvurarak alırdım.
Bakalım, bizde kul hakkı ne zaman öncelikli olacak?
Yerel seçim için geri sayım başladı. Hangi partiden olursa olsun, il yönetimleri belediye başkan adaylarının koluna girip, şehir merkezinde bir tur attırsın. Kaldırımları, parkları bir göstersinler. Ama önce adayların nerede yürüdüklerini ve nereye bastıklarını gözlemlesinler. Bakmak ve görmek farklıdır. Yürümek ve dolanmak da farklıdır.
Geleneğimizde damat tıraşı vardır. Bu bir nezakettir. Nasılsa kızı bana verdiler, diyerek tıraş olmaktan kaçan damat için en hafif kelime, ‘’görgüsüz’’ olur.
Karaman’da gördüğüm; ‘’çantada keklik’’ anlayışı. Düğüne hazırlık yok, damat tıraşı yok. Kız evinin vaz geçebileceği hiç kimsenin aklına gelmez mi?
Aktekke Meydanının bu halini hiç sevemedim. Ali Kantürk’ün başkanlığı döneminde ağaçları söktüler, büfeleri yıktılar, oturacak yeri bile olmayan, tuvalet zemini gibi bir görüntüyü, tarihi üç caminin ortasına, övünerek yaptılar. On yıl önceki halinin daha güzel olduğunu düşünenlerdenim.
Bir şehirde önce, insanların ayağının basacağı yerler sağlam olmalı. Bu görev, Türkiye’de belediye başkanlarınındır. Ayağımızı bastığımız yerden emin olmamızı sağlamakla görevli kişiye belediye başkanı ünvanı verilmiştir. (Belediye başkanlarını halkın seçtiğini, ancak İçişleri Bakanlığının atadığını, bu nedenle memur olduklarını bu yaşımda Karaman’ın efsane belediye başkanlarından sevgili abim Özcan Genç’ten öğrendim.)
Hatırladığım kadarıyla Karaman’ın merkezindeki yol ve kaldırımlar 2013 yılında yapılmıştı. Hiç bir belediye başkanı beş yıl aynı elbiseyi giymez, beş yıl aynı ayakkabı ile gezmez. Bunun gibi, Türkiye’de hiç bir şehrin yolu ve kaldırımı beş yıl dayanmaz.
Ömür biter yol bitmez.
Siyaset biter, kaldırım bitmez.
Prag’da 1800’lü yılların rögar kapaklarını ve adını anımsayamadığım bir mimarın, yine aynı tarihlerde, kaynanasının küpelerinden esinlenip çizimini yaptığı sokak lambalarını görmüştüm. 200 seneden sonra sağlam kalmış, kimsenin aklına bunları söktürüp yenilerini yaptırmak gelmemişti. (Sovyetler’in zenginliğe ve aristokrat eserlere kini bile kentin estetiğine kıyamamış.)
Belediye başkanlığından ayrıldıktan sonra, sizler de vatandaşlarla aynı kaldırımlarda, aynı yollarda yürüyeceksiniz. Tökezlemek, düşmek istemiyorsanız, temiz ayakkabılarla gezmenin herkesin hakkı olduğunu düşünüyorsanız, kolları sıvayın. Yürüyeceğiniz ve oturacağınız yerlerin öncelikle kendinize uygun olmasına dikkat edin.
Yerel yöneticilere önerim:
Yağmur sonrası Aktekke Meydanını ıslanmadan geçme yarışması düzenleyebilirsiniz.
Organizasyon zor iş, ekip ister, beceri ister. Yarışma yapamayız diyorsanız:
Bir komite oluşturun, meydanı en kısa yerinden olmak üzere, ıslanmadan geçen ilk üç kişiye Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanını ödül olarak verin.
Ben şarkı dinlemeyi sevenlerdenim.
Ak Parti’nin şarkısı :
‘’Beraber yürüdük biz bu yollarda,
Beraber ıslandık yağan yağmurda’’ diye başlar.
Karaman, yollarının Ermenek’in dağ köylerinin yolları kadar iyi olmasını hak etmek için ne yapmalı?
Kısmetse, bir sonraki yazımda, yer bulursak, parklarda oturacağız.
Kişisel bir not:
Bu yazıyı yazarken Frankfurt’ta yaşayan oğlum Ahmet Akif’ten bir fotoğraf geldi. Anne kucağında minik bir bebek. İlk torunum Kainat Nur’a kardeş gelmiş. Hüseyin Kaim adını verdikleri bir oğulları olmuş. Oğlum, Ankara’da yıllar önce oturduğumuz evimizin karşısında yer alan,amcası Hüseyin TEK’in adını taşıyan parkta oynamayı severdi. Rahmetli abimin adının bir aile bireyi ile yaşayacağını duymak, benim için ayrı mutluluk oldu.
Telefonla aradım, oğlumu ve gelinimi tebrik ettim. Minik Hüseyin inşallah ikinci isminin anlamı gibi, dik duruşlu, karakterli bir insan olur.
Allah hayırlı etsin.
Dostlarla paylaşmak istedim.
FOTO
“Yetkin ve Tek Ailesine Hoş Geldin Hüseyin Kaim”