Güneyyurt, Orta Toroslar’ın şirin bir
beldesidir. Bir zamanların mahrumiyet bölgesi günümüzde herkesin aradığı
doğanın ve doğallığın örnek yerleşimi haline gelmiş bir cennet mekanıdır.
‘İnsan
yaşadığı yere benzer
O
yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda
yüzen balığa
Toprağını
iten çiçeğe
Dağlarının,
tepelerinin dumanlı eğimine
Konya’nın
beyaz
Antebin
düzlüğüne benzer.’
Asırlar
önce İbni Haldun özetlemiş:
‘Coğrafya
kaderdir.’
Toroslar
taşını, toprağını, çiçeğini, böceğini, kuşunu, kurdunu emek vererek, ter
dökerek, zahmete katlananlara gösterir. Kardelen gibi kökü derindedir,
güzelliği yüzeyde.
Güneyyurt
Karaman’ın bir beldesidir. Ermenek’e bağlı bir yerleşim yeri.
Ünlü
yazar aynı zamanda meslektaşım Amin Maalouf’un ‘Okumak için uzaklara gitmekten
çok, uzaklara gitmek için okumaktaydım.’ cümlesini bir deftere not etmişim ama
altına tarih düşmemişim. Ben de okumaya uzaklara gitmek isteğiyle başladım.
Sonra uzaklara gitmek nasip oldu, oralarda da okumaktan geri kalmadım. Amin
Maalouf’tan daha şanslıymışım, uzaklara gitmek için okumak ve uzaklara gidip
okumak. İkisini de gerçekleştirenlerden oldum.
Beni Toroslar’la tanıştıran kişi Şerafettin
Güç’tür. Martın günlük güneşlik havasına kapıldık, ortak dostumuz olan Kadir
Tan ağabeyimizi de alarak Toroslar’a çıkmak üzere Ankara’dan ayrıldık. Yol
boyunca bazen güneş bazen bahar yağmuru yoldaşımız oldu. Kimi yerlerde boyu bir
karışı bulan buğday tarlalarını görünce, bir karış toprağı olmayan üç dostun
yüzü güldü. Hep bir ağızdan, ‘Bu yıl iyi yağış oldu. İnşallah bereketli bir yıl
olur.’ diyerek, gönülden dua ettik.
Taşkent’ten geçerken aklım Çetmi’de kaldı.
Babaannemin memleketi, yıllar sonra görüp her şeyine hayran kaldığım Çetmi.
Yine üç dost Çetmi’ye uzaktan el salladık, bir dolunaylı gecede Çetmi Şelalesi
önünde buluşmayı kararlaştırdık.
Önce Ermenek’in Göktepe beldesinde bir yere
uğradık. Abartılı sanat filmlerini aratmayacak kadar renkli insanlarla
tanıştık. (Buradaki öyküler başka yazıların konusu olacak.) Gece karanlığında
Güneyyurt’a ulaştık.
Coğrafyanın mı, genlerin mi, eğitimin mi
hangisi olursa olsun, bir şeylerle kalpleri yumuşamış, başkalarına
yaklaşımlarında incelik taşıyan insanlardan olan, bizi konuk edecek kişinin
evinin önüne aracımızı park ettik. Yolda kararlaştırdık; evde ortam uygun değilse
otelde kalacağız.
Arkasında büyükçe bir bahçe olan kutu gibi
şirin bir ev. Evin her yerinden ışık fışkırıyor. Kapının önünde renkli ampüller
yanıyor. Ev ışıklar içinde; antrenin, mutfağın, banyonun, tuvaletin, salonun ve
odaların lambaları yanıyor.
Bu kadar aydınlık herhalde bizim için
değildir, diye düşünüyorum.
Toroslar’ı gezerken havalar, Hasan Hüseyin
Korkmazgil’in, bir çok sanatçının seslendirdiği ‘Öyle Bir Yerdeyim Ki’
şiirindeki;
‘Yaprak
döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe’ dizelerine öykünerek söylemek
istersem;
‘Öyle
bir yerdeyim ki,
Bir
yanım kış, kıyamet
Bir
yanım bahar ve çiçek’ şeklindeydi.
Toroslar’da yağan kara aldırmadan fotoğraf
çektim, tipiye rağmen pınarlardan buz gibi sular içtim. 2000’li rakımlardan
binli rakımlara inince, baharın nemi, toprağın ve çiçeklenmiş ağaçların
kokusuyla başım döndü.
Şimdi, ağaçları çiçeğe durmuş, büyükçe bir
bahçenin başına kondurulmuş küçük bir evden, bir sokağı aydınlatacak kadar
yoğun ışık saçan bir mekandan içeriye giriyordum. Işıklar içinde bir karşılanma
hali yaşıyorduk.
Bizden başka konuklar da vardı. Geç vakte
kadar oturduk, yemek yedik, sohbet ettik. Önce, diğer konuklar ayrıldı, bir
süre sonra ev sahibimiz...
Ev sahibi,
‘Lütfen lambaları söndürmeyin, açık kalsın’ dedikten sonra iyi geceler
dileyip evden ayrıldı.
Evinde misafirlerin kullanımı için diş
fırçası bulundurmakla gurur duyan (Her misafire ayrı diş fırçası değil, her
misafirin ortaklaşa kullanacağı tek diş fırçası bulunduran) misafirperver
insanları görmüş biri olarak, ışıkların söndürülmemesinin de bize karşı bir
ikram, cömertlik sunumu olabileceğini düşündüm.
Uyuyacağım odanın ve mutfağın ışıklarını
kapattım. Diğer lambalar açık kaldı.
Sabah, içli bir türkü ile uyandım. Müzik
kapının önünden ve cep telefonundan geliyordu. Bize evini açan, rahat etmemiz
için kendisi bir başka evde uyumak zorunda kalan ev sahibimiz kapının önünde
temizlik yapıyordu. Ev sahibimiz bir köşesinde tandır olan evin önündeki
sundurmayı süpürmüş, masayı temizlemiş ve sandalyeleri koymuş, kahvaltı için ön
hazırlıkları tamamlamış gözüküyordu.
Yıllardır fotoğraf çekiyorum, gezdiğim
yerleri, tanıştığım insanları, ilgimi çeken her nesneyi... Muhabirliğin
kazandırdığı bir alışkanlık olmalı. Buna rağmen yazılarımda fotoğraf
kullanmamayı tercih ediyorum. Röportaj tekniği ile hazırlanmış yazılarda
fotoğraf kullanımını daha doğru bulurum. Bu nedenle 60’lı yaşlarındaki ev
sahibimizin, konuk olduğumuz evin, bahçenin ve bize sunulan ikramların onlarca
kare fotoğrafı olmasına rağmen sizlerle paylaşamıyorum.
O evde üç gece kaldık. Ev sahibimiz her
gece evden ayrılırken
‘Lütfen
lambaları söndürmeyin. Işıklar açık kalsın’ uyarısını yaptıktan sonra ayrıldı.
Kaldığımız evin ışıkları konuk olduğumuz üç gece, sabaha kadar açık kaldı.
Veda etmeden önce merakımı yenemedim ve ev
sahibine ışıkların sabaha kadar açık kalmasının sebebini sordum. Aşırılıkların,
tekrarlanan, vurgulanan hareketlerin ve takıntıların arkasında esaslı bir
nedenin veya travmanın bulunduğunu çok önce öğrenmiştim. Lambaların
söndürülmeme sebebinin de travma kaynaklı olabileceğini tahmin ediyordum.
Tahminimde yanılmamışım.
Misafirperverliğini, nezaketini, güler yüzünü, bize yönelik tavrındaki
inceliğini asla unutmayacağım ev sahibimin öyküsü, özetlemek gerekirse kendi
anlatımıyla şöyle:
‘Evimizin
karşısındaki ev amcamın evidir. Amcamın evinin ışıkları hiç sönmezdi. Misafiri
eksik olmazdı. 20 yaşıma girerken amcam vefat etti. Babam ölmüş gibi
etkilendim. Birbirimizi çok severdik. Cenazeden sonra Güneyyurt’tan ayrıldım.
Bir hafta sonra döndüğümde, amcamın evi kapkaranlıktı. O evi ilk kez ışıkları
yanmaz halde görüyordum. Yengem komşularda imiş. Kendimi kaybettim, ‘Bu evin
ışıkları niye yanmıyor’ diye bağırarak tüm camları kırmışım. Beni evime götürüp
yatırmışlar. Sabah camları taktırmışlar. Çocukluğumdan itibaren ışığı hiç
sönmeyen evi karanlıklar içinde görünce bilincimi kaybetmişim. O günden sonra
yaşadığım yer neresi olursa olsun evimin ışıklarını açık tutarım. Ben ölünceye
kadar ışıklar kapanmayacak. Karanlığa tahammül edemiyorum.’
‘Işıklar içinde uyusun’ sözünü son yıllarda
sıkça duyar olmuştum. Ama bir ölümün yarattığı travmaya bağlı olarak, hayatta
iken ışıklar içinde uyuyan bir insanla ilk kez karşılaşmış oldum.
Herkesin bir başkasına aykırı gelen veya
takıntı olarak görülen eyleminin perde arkasında bir giz, bir dram, bir acı,
bir travma vardır. Yeter ki perdeyi aralamayı ve arkasındakine bakmayı bilelim.
Ben yediklerini değil gördüklerini yazanlardanım.
Güneyyurt’ta onca ikram arasında çok lezzetli bir keçi tulum peyniri yediğimi
ve yeni doğuran bir keçiden alınma ağız kaşıkladığımı yazmazsam bu yazı eksik
kalırdı.
Not:
Mevlana Kalkınma Ajansı’nın (MEVKA) desteği ile İnternet Medyası ve Yazarları
Derneği’nin (INTERMED) düzenlediği bir program kapsamında Karaman’da 40’a yakın
gazeteciyle bir söyleşimiz oldu. Umarım yararlı olmuştur. Milli Güvenlik
Akademisi başta olmak üzere bir çok kurum ve meslek örgütlerinde ders verdim,
haber ve muhabir kavramları üzerine söyleşiler yaptım. Anadolu Ajansı Haber
Akademisi’nin kuruluşundan itibaren ders içeriklerini hazırladım, habercilik
dersleri verdim ve emekli oluncaya kadar akademinin koordinatörlüğünü yürüttüm.
Memleketimden ilk kez davet alınca herhangi bir ücret talep etmeden severek
söyleşiye katıldım.
Üç
konuda hayal kırıklığı yaşadım. İlki, programı düzenleyen ve beni Karaman’a
davet eden derneğin yöneticilerinin tavrı oldu. İkincisi, hayatımın en özensiz
hediyesini, beni tanıdığına inandığım bir dostun elinden almak oldu.
En
büyük hayal kırıklığım ise, editör ve muhabirlerden tek soru gelmemesiydi.
‘Memleketimin
gazetecileri soru sormamayı öğrenmiş’ diyerek, hala üzülüyorum. Oysa
gazetecilik soru sorma sanatıdır, her yerde, her şekilde soru sormayı
başarabilmektir.
‘40
yılda bir’ davet edildiğim Karaman’a ikinci davetim inşallah 40 sene sonra
olur. Bu kez ‘Evet’ der miyim? Bu soruya şimdiden cevap vermek istemiyorum.
Yorumlar
Kalan Karakter: