“…Yaşamımda kaybolan şeylerin ardından duyduğum hüzün ile başlıyorum babam Muammer Baran’ın romanını yazmaya. Belki de onun hayatını ve çok sevdiği Karaman’ı yazması için yazar bir evlat bıraktı ardında. Aslında insanın doğduğu ve sevdiği şehirle, bir şehrin sembolü olmuş ve herkesin sevdiği babasına duyduğu sevgiyi bir kelimede birleştirmek istesem o kelime ‘Kader’ olurdu her halde.
Türkçenin başkenti olmuş bir şehrin, Anadolu’nun en önemli şehirlerinden biri olan Karaman’ın ‘Muammer Amca’sını anlatmak, babam da olsa, hayatı ve dünyayı derinliğine anlatmak kadar zor aslında. Çünkü babam dünyaya ve hayata maddi olarak değil, pilotluk kazasında ölmeyip yaşamanın azaplı ve sarsıcı tecrübesiyle ona getirdiği manevi dönemeçlerden baktı. Seksen yıl hep hayatın uçurumlarına sarktı.
Ayaza buza, açlığa sıkıntıya, hor görülmeye, dışlanmaya meydan okudu. Onun bilgeliğinde, ulviyetinde, konuşmalarında, şiir okumalarında, mızıka çalışında, gülümsemesinde, renkler, çiçekler meyveler içinde dolaşmasına bakıp gördüğümüz hayat manzarasından başka bir mana manzarası olduğunu da seyrettik.
Babamın, manevi bir dünyanın, bir yığın acının, dünya nimetlerini reddin, dilek ve rüyanın ve vakit vakit de bu dünyadan başka bir dünyaya geçme ikliminde yaşadığı bu macera, çok uzun zaman, yani tarih denilen geçmişin kitaplara belgesellere konduğu o gelecek denilen vakte kadar Karaman şehrinin ve insanlarının tarihi de olacaktır. Bu hayat bir yerde, gelmiş geçmiş erenlerin velilerin evliyaların yaşadıkları hayatın, çilenin azabın bu güne, Karaman şehri sokaklarına yansımış hakikî dramı olacaktır.
Muammer Baran gideceği yolu hep bildi, ama bu romanı okurken şunu kendinize sormanızı istiyorum: Siz kendi gideceğiniz yolu biliyor musunuz? Herkes gittiği yolu bildiğini sanır aslında, ama o yolun gittikçe büyüyen bir boşluk olduğunu ve onu hiçbir yere götürmediğini fark etmez. O hiçbir yere götürmeyen yollar vakit gelir, hayatımızın bir yerinde bırakıvermek için sabırsızlandığımız ağır bir yük olur.
Babamın iradesi o kadar sağlamdı ki gittiği ve dikenlerle dolu olduğunu bildiği o yol ona hiç ağır bir yük olmadı.
Çünkü o gittiği yolun sonunda nereye ulaşacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden hiçbir canlının gönlünü kırmadı. Her zaman herkese gülümsedi. En sıkıntılı, azaplı yorgun olduğu anlarda bile, içinde bir gül bahçesi varmış gibi ve o gül bahçesinde bir bülbül ötermiş gibi konuştu.
Bu roman işte o bülbül gibi öten; bir şehre belki de bin yılda bir gelen; erenlere, evliyalara, bir destana, bir türküye, bir Türkmen motifine, bir masal kahramanına benzeyen babamın romanıdır…”
Yorumlar
Kalan Karakter: