Seni görmeye Karaman’a ne zaman gelsem,
Çocukluğumun geçtiği sokaklarda dolaşsam
Şimdi babam acaba nerede desem,
Karşımda belirirdin.
Bir şimşektin sanki
Işığını her yerde gösterirdin.
Seni bulmaya Karaman’a ne zaman gelsem,
Kale’ye çıkıp Karadağ’a, ovaya baksam,
Şimdi babam acaba nerede desem, beni uçurur
Kâbe’yi, Çin Seddi’ni gezdirirdin.
Sesi dalga dalga dalgalanan babam
Elinde kitaplar, güller, mızıka…
Geçmişten gelen bir şarkı
Senin çaldığın.
O mızıkanın sesiyle
Sanki Nuh Nebi’nin yaptığı
Geminin kapısı açılırdı
Yüzünde sıcacık bir gülümseme ile
Bir tufanda dolaşırdın.
Gözlerim hep elindeki mızıkaya takıldı
Hiç aklıma gelmedi alıp elime bir defa çalmak
O mızıkanın sesiyle Nuh Nebi’nin gemisinin Kapısından girip tufanı aşmak.
Seni ve Karaman’ı yazmak için oturdum Masaya
Kalbim acıyla sıvalı
Ve kalbimin deliklerini kapatmak için
Habire yazıyorum.
Senin o bülbül sesine, gök gürlemesine, Yağmur çilentisine, rüzgâr sesine
Benzeyen sesin
Geliyor uzaklardan.
Seni çağırmak için koşuyorum Karaman Sokaklarında.
Bir Fotoğrafçı vardı,
Ziraat Bankası’nın karşısında, köşede.
Fotoğrafımı çekmişti
Senin kucağında beni çocukken.
O fotoğrafımı bulsam nasıl mutlu olacağım.
O fotoğrafa, sana ve çocukluğuma bakıp
Nasıl kahkaha atacağım.
Kıpkrmızı bir elma vermiştin elime Bahçemizden.
Bana sarılmış bana bakıp ağlarken.
O zaman gördün demek ki benim
Acıların
Acılar acısı
Çiviler çakacağımı yüreğime
Ve acılarla kalbimin delik deşik olacağını
Ve benim o delikleri kapatmak için
Gece gündüz seni ve karaman’ı yazacağımı.
Aktekke Camii’nin ulu çınarının önündesin.
Üzülme diyorsun bana, üzülme,
Sen yazdıkça acıları duymayacaksın bile…
Ne çok şey var senden bana kalan
Elimi tutan görünmez eller.
Gözyaşıma karışır görünmez gözyaşları.
Ve sen bir yandan
Mızıka çalıyorsun
Gülümsüyorsun.
Aktekke Camii’nin ulu çınarının önündesin.
Ağladığım fark edilmesin diye
Yeşil bir örtü çekiyorsun önüme.
Kubbe-i Hadra’dan bir örtü
Medine-i Münevvere’de bulunan
Peygamberimizin Kabr-i şerifi’nin üzerindeki Yeşil kubbeye benziyor.
Büyük dedemiz Mevlana’nın türbesi Külliyesinin yeşil kubbesine benziyor.
Gece vakti yanan yeşil bir ışığa benziyor.
“İnsanlar bir tarağın dişleri kadar eşittir,” hadisi şerifine.
Eşitliğe
Özgürlüğe
Emeğe
Vefaya
Dostluğa
Sevgiye.
İnsanlığa benziyor
Yeşilbaşlı allı turnaya,
Nazım Hikmet’in Bursa hapishanesinde Dokuduğu ipek halıya
“Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi” ne benziyor.
“Bedreddin
Ak bir koyun postu üstüne oturmuş
Hattt-ı talik ile yazıyor.”
İşte o yazıya benziyor.
Ne çok şey var yarım kalan hayatta
Tek isteğim yazdığım romanlar
Yarım kalmasın baba.
Söz verilip gidilmemiş yerler gibidir
Bir romanın yarım kalması.
Repertuara eklenip çalınmamış şarkılar gibidir.
Gecenin kıyısında kayıp giden yıldızlara bezer Bitmemiş romanlar.
Oturdum bir başıma
Yeryüzünde bir tek kimsem yok baba.
Düştüm bir sıkıntıya, yokluğa.
Fakat seni ne zaman düşünsem
Aktekke Camii’nin ulu çınarının önündesin
Üzülme diyorsun bana, üzülme,
Sen yazdıkça acıları duymayacaksın bile…