Mekke-i
Mükerreme'de, Sevgili Peygamber efendimizle birlikte, kanlı gözyaşlarımızla,
sizlere dua ederekten...
* * *
Muammer
abi bizim kapı karşı komşumuzdu. Onu bizden daha iyi tanıyan biri daha var
mıdır bilmiyorum.
Benim
çocukluğum, gençliğim Muammer abi ile geçti.
O kadar
çok anımız var ki! Onu yazamayacağım korkusuyla uzun zamandır yazıp yazmama
konusunda tereddüt ettim. Bir de haliyle uzun yazılar okunmuyor. Kısa da
anlatamam. Çünkü Muammer abi Karaman’ımızın önemli bir değeri... Hakkında bir
kitap yazılır ama en kısa haliyle yazmaya çalışacağım.
Uzun
okumayı sevenler, Muammer abinin bilinmeyenlerini tanımak isteyenler için
yazdım...
* * *
Karaman’ın
bilenen ve saygın, köklü ailelerinden, Baranlar ailesine mensup. Abisi
Karaman'ın eski belediye başkanlarından İbrahim Baran, amcası; İstanbul Hukuk
Mezunu, iki dönem milletvekilliği yapmış, Adalet Bakanlığı yapmış; İrfan Baran.
Bu söylediğim 1960'lı yıllar. Ben hiç görmedim İrfan Baran'ı ama anam da böyle
bir ailede yetiştiğinden tanırmış ve sürekli anlatırdı İrfan Baran'ı ve
ailesini... 1. İstasyon Caddesinin girişinde de Avukatlık Bürosu olduğunu
hatırlarım ben.
* * *
Muammer
abinin en çok sevdiği iki rengin, sarı ve kırmızı olduğunu, onu ilk görüşte
anlardınız. Çünkü sadece iki renk vardı onun hayatında; sarı ve kırmızı...
Başka renk giyinmezdi. Hani Karamanlı tabirle; cırtlak sarı, cırtlak kırmızı. “Sarı sar beni, kırmızı al beni” onun bu
sözünü herkes bilir. Kirden rengi değişmiş elbisesinin ve şapkasının üzerine
gördüğü ne varsa takar takıştırır, ayağında sarı plastik çizmeler, elinde
uçları eskimiş ve parmakları görünen bir eldiven, yüzünü pudralar, boynunda
sürekli bir mızıkası asılı dururdu.
Bu
haliyle herkes ona ‘Deli Muammer’ derdi. Benim için hiç deli olmadı Muammer
abi. Biri deli dediğinde anam kızardı; “demeyin öyle!” diye. Abilerim de
müdahale ederler, asla söyletmezlerdi. Başka milletler meczuplarına, ruh hastalarına,
delilerine “cüzamlı” muamelesi yapar,
hapishanelere atar, hatta yakarlarken, öldürürlerken, yalnızca Türk milleti bu
hastalarına “evliya” gibi değer verir, bakar kollar. Bu da Türk milletinin
hasletlerinden biridir. Tabi Muammer abinin gerçekten deli mi olduğu yada deli
numarasına mı yattığını da biz biliriz.
Tek bir
Allah kuluna tek bir kötülüğü olmayan birini Allah cennetine koymayacaksa bizim
gibiler için cennet ancak hayal olur. Namazlarını kılar ve her gün “ben orucum”
derdi Muammer abi... Verilen ikramları da genellikle kabul etmezdi. Ama
anacığım, yengem her gün evine yemek, ekmek verirlerdi, onları da hiç geri
çevirmezdi. O yokluğun içinde, yani varlık içindeki yokluk desek daha doğru
olur, aldığı kap-kacağı yıkar da verirdi. Bu bir kültürdü işte. “Görmüş
geçirmiş ailede” yetişmenin verdiği görgü bu işte.
Hele
namaz kılması... Ayağındaki çizmeleri çıkarmaz, naylon poşet giyer ve öylece
kılardı namazı. Kılarken de farz namazlarda bazı duaları sesli söylerdi. Kâbe’de
namazlar sesli kılınırmış, Muammer abi de ondan dolayı sesli kılarmış derlerdi
çocukluğumuzda. Rükûya varıp “Semiallahülimenhamide” dendiğinde sesli olarak “Allahümme
Rabbenalekel Hamd” demesi, koca caminin en ucundan duyulurdu. Ama öyle içten,
öyle kalpten ve yalvarır gibi söylerdi ki bunu, herkes anlamazdı onu... Halbuki
“Allah kendine hamd (şükür) edileni görür” diyerek rükûya varıyorsun. Buna
karşılık doğrulduğunda sen de "Ey Rabbim, ben sana şükrediyorum” diyorsun.
Muammer abi bu şükrünü “Allah’ım... Sana ettiğim şükrü, herkes, bütün âlemler
duysun, hamd yalnızca Sana’dır” diyerek bunu sesli söylüyordu.
Bir de
biri öksürdüğünde “Ah” diyerek karşılık vermesi vardı. Muammer abi camideyken,
cemaatin öksürük sesleri artar, o da her defasında hiç bıkmadan, usanmadan,
kendine bilerek yapıldığını bildiği halde kızmadan ve mutlaka karşılık verirdi.
Kendine verilen selamı almak gibi sanki. Halbuki Muammer abi “AH” değil “Allah”
der, zikir yapardı. Bunu pek çok kişi anlamazdı.
Evimizin
karşısındaki Yusuf amcanın cenazesine gelmişti. Bir sini baklava yaptırmıştı
hiç unutmam. Kimse “Muammer neden bir tatlı getirmedi, elleri boş gelinir mi
cenaze taziyesine” demezdi halbuki ama onun için o öyle değildi. Bu bir
adet-töre, bir kültürdü... O da bu kültürün bir parçasıydı çünkü...
* * *
Küçük
dar sokaklarda en çok iki katlı, kerpiçten yapılmış eski evler malumunuz. Sabah
herkes evinin önünü suyla hafif ıslatır sonra süpürge ile süpürürdü. Bu arada komşular
birbirini görür konuşurlardı kapı önlerinde... Bir gün anacığım kapının
önündeyken ezan okunur. Muammer abi de hızlı hızlı evin önünden geçerken anam
bir şey oldu zanneder; “Muammer nereye böyle hızlı, telaşlı, telaşlı...”
deyince bir yandan yürümeye devam eder, bir yandan her zaman söylediği
tekerleme gibi sözünü söyler; “Mekke-i Mükerreme’de, Sevgili Peygamber
efendimizle birlikte, kanlı gözyaşlarımızla, sizlere dua ederekten...” “Mekke’de
görenler varmış” sözü herkesin dilindeydi. Çok severdi anamı, çok... Bütün
kibarlığı ile “Şükriye hanım” diyerek başlar, eskilerden konuşurlardı.
Sıkıntılarını anlatırdı, Ablasıydı onun. Anam da dinler ve böylece
konuşurlardı. Yani öyle meczup tavrı ile değil, tamamen normal... Onun o meczup
görüntüsü herkese değildi.
* * *
Hayatımda
tanıdığım en kibar ve en mükemmel Türkçe konuşan kişidir desem yalan söylemiş
olmam. İstanbul şivesini İstanbullulardan çok daha iyi konuşurdu. Zeki Müren
için güzel Türkçe konuşur derler, Muammer abi Zeki Müren’e on basar... O kadar
yani... Kibarlığından mı bilinmez, tokalaşırken sağ elinin üç parmağı ile
tokalardı... Abimlerle sahura kadar ramazan sohbetleri olurdu. Felsefeye
takılırlardı, derin konulara girerlerdi bazen biz dinlerdik, anlamazdık ama çok
da hoşumuza giderdi. Ama ne sorular, ne cevaplar... Yalnız şunu hatırlıyorum;
Abim bir gün “Allah nedir?” diye sormuştu. Cevabı müthiş; “Noktadır” demişti.
Anlamamıştık o zamanlar bu sözün ne anlama geldiğini... Aradan uzun yıllar
geçti sonra anladım. Her şey bir noktadan ibaret. Bütün varlıklar noktadan
ibaret. Evren tek bir noktadan yaratılmış. O patlamalar tek bir nokta.
Hücreler, atomlar bir zerre... Ve bırakın dünyayı güneş ve gezegenler evrende
bir nokta kadar bile değil. Öylesine kültürlü ve bilgili idi...
Aslında
Fransızca öğretmeni imiş. Müthiş Fransızcası varmış. Bir gün Karaman Lisesinin
önündeki duvarın üstündeymiş. Hep o duvarın üstünde yürürdü rahmetli...
Neyse... Öğrenciler Fransızca imtihanındalar. Bir kağıda soruları yazıp aşağı
Muammer abiye atıyorlar, Muammer abi de sesli olarak, bağıra bağıra o soruların
cevaplarını veriyor. Tabi kendisi de kopya verdiğinin farkında değil...
Bilemediğimiz bir şey olduğunda ona danışırdık. O her sorunun cevabını bilendi
benim çocukluğumun... Ne güzel bir insanda Muammer abi...
Pilot
olduğunu söylerlerdi. Aslında pilot değildi. Askerliğini yedek subay olarak
yapmış, kuleden paraşütle atlama eğitimi sırasında paraşütü geç açıldığı için
bundan etkilendiği anlatılırdı. Maddi durumu da iyiymiş. Bahçeleri filan
varmış. Zenginmiş. Karaman’da Mehtap Lokantası’nda yermiş yemeklerini, o
lokantanın yeri de ona aitmiş... denirdi. Bir oğlu vardı. Hasan Baran abi.
Şimdi karamandauyanis.com sitesinde köşe yazarlığı yapıyor. Ben küçüklüğümde
bir kaç kere Karaman'a geldiğini hatırlıyorum. Bizde kalmıştı bir kaç kere...
İzmir'de yaşıyordu ve hatırladığım kadar bir imalathanesi vardı o zamanlar.
Muammer abi Hasan abiyi oğlu olarak kabul etmiyordu. Bunun nedeni Hasan abinin
kendisi değildi. Tamamen Hasan abiyi korumak adına böyle söylüyordu. Hasan abi de
bu duruma içerleniyordu. Hasan abiyi görünce Muammer abiyi görmüş kadar
oluyorum. Çok benziyorlar... Allah ona da uzun, sağlıklı ömür versin...
* * *
Muammer
abi esaslı bir Türkçü, gerçek bir Milliyetçi tam bir Müslümandı. Türk’tü,
Türkçüydü, Atatürkçüydü... Atatürk’ü ondan farklı dinlerdik. Cumhuriyetçiydi.
Tarihi, kahramanları, kahramanlıkları ondan dinlerdik. Türk’ü anlatırken
sesindeki mütevaziliği, o yumuşaklığı ve Türk milletini sevmenin verdiği o
duyguyu hissettirirdi size... Düşmana kızdığında da o sesinden bunu
hissederdiniz. En çok kızdığı şey Makaryos idi. Makaryos; Kıbrıs Ortodoks
Kilisesi başpiskoposu ve Kıbrıs'ın ilk Cumhurbaşkanı, 2.Dünya Savaşı'ndan sonra
Kıbrıs'ın Yunanistan ile birleşmesi amacıyla başlatılan Enosis hareketinin önderleri
arasında yer almış birisi...
Bir gün
çok sinirlenmişti. Evinin önündeki eşiğe çamaşırlarını atmış, bir yandan
üzerine su döküyor, bir yandan da ayakları ile sert bir şekilde çiğniyor,
Makaryos'a kızıyor, bağırıyordu. Sanki ayağının altındaki Makaryos'tan hıncını
çıkarır gibiydi... Muammer abi askerliğini de 2.Dünya savaşının hemen
sonrasında yapmış. Makaryos'a kızgınlığı bundan ve o Türkçü duygularından
geliyor tahminice...
* * *
Bir gün
görmezsek başına bir şey gelmiş olabileceğinden endişe eder aramaya koyulurduk.
Bazen evinden bir kaç gün boyunca çıkmadığı olurdu. En büyük abimiz Mesut abim
kapısını kırarak içeri girmişti bir kaç kez. O zamanlar üstü toprak olan
duvarları taştan yapılmış tek katlı evinde oturuyordu. Önceden de o evin bitişiğindeki
iki katlı kerpiç evde oturmuştu. Hani eski evlerde yüklük dediğimiz yerler
olur, yüklüğe de yataklar, yorganlar üst üste dizilirdi. Aynı zamanda banyo
orada yapılırdı. Yataklar yorganlar indirilir, sıcak su ısıtılır o su ile banyo
yapılırdı. Haftada bir banyo yapılabilirdi... Bir gün Muammer abi bir hafta
kadar kaybolur. Herkes endişe eder. Abim kapısını çalar açan yok. Kapının
kilidini kırar ve içeri girer arar, tarar bulamaz. Sonra Muammer abiyi üzerine
bir naylon sermiş vaziyette yüklükte oturuyor halde bulur. Tabi buna bir sürü
yorumlar yapılmıştı. Evinde sobası veya ısınacak hiç bir şeyi yoktu. Isınmak
için böyle yaptığından tutun, evliya oludğu için inzivaya-uzlete çekildiğine
kadar farklı söylemler dinlerdik. Halbuki onun hayatı çile ile geçmiş...
* * *
Halamızın
oğlu Hasan abimiz vardı. Onun da psikolojik sorunları olmuştu. Muammer abiye
benzer bir ruh hali vardı. Hasan-i Basri Hz.nin sahabeler için; “Eğer siz
onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi ‘bunların
ahirette bir nasibi yok’derlerdi” dediği gibi biriydi. Allah rahmet eylesin.
Almanya'da yaşar ve izne geldiğinde anamın yemeklerini çok sever, bizleri
görmek için bize gelirdi. Çok severdim çok severdim Hasan ağamı... Bir gün bize
geldiğinde Muammer abi ile karşılaştılar. Hasan ağam bize sessizce “şimdi bana
bakın ne yapacam” dedi. Muammer abiye döndü; “Len sen delimisin, yüzünü gözünü
boyamışsın” Muammer abi önemsemedi önce, aldırış etmedi... Ama Hasan ağam
üstüne üstüne gitti. “Ne lan bu kafanın hali? Un çuvalına mı soktun başını?”
Hani pudra filan sürerdi Muammer abi bazen yüzüne... Muammer abi bütün
kibarlığı ile “Lütfen şu deli yeğeninize bir şey söyleyin. Geçenlerde Perşembe
Pazarında beni gördü, sırtıma çıktı ve burnumun içine nohut sokmaya çalıştı...
Bu deli, deli bu!” Muammer abi ne kadar kibar ise Hasan ağam da o kadar kaba
bir şekilde hakaretlerine devam etti.. Sonunda Muammer abi patladı ve dedi ki; “Benim
göklerde meleklerim var. Bak seni onlara oklattırırım” Hasan ağam döndü bize “Gördünüz
mü? Bunların ağzından lafı böyle alacaksın” Artık aralarındaki laf almamıydı,
yoksa bir haberleşme miydi bilinmez. Her ikisi de Hakkın rahmetine kavuştu ve
orada birlikte olduklarından eminim.
* * *
Muammer
abiyi yakınları bir gün alıp götürdüler. Uzun süre Karaman'a gelmedi. Tedavi
için götürmüşler denildi. Sonra geldiğinde takım elbiseli, kravatlı, asil
bakışlı bir beyefendi olarak dönmüştü. Çok geçmedi eski haline geri döndü. Ne
yalan söyleyim; sorumlusu da Karamanlıdır. Hep derim; keşke dönmeseydi diye... Karaman
Muammer abisinin kıymetini sonradan anladı. Onu kaybetmenin üzüntüsünü hep
yaşadı. Onun ömründe değer vermedi ama son yolculuğunda olağanüstü bir
kalabalık tarafından uğurlandı.
* * *
Mükemmel
mızıka çalardı. Genellikle marş çalardı mızıkasıyla... Biz çok severdik.
Çalması için gönlünü almaya çalışırdık. O da hiç kırmazdı çocukları... Mükemmel
şiirler okurdu Rahmetli... Faruk Nafiz'in o Han Duvarları şiirini, İstiklal
Marşını o mükemmel Türkçesi ile yavaş yavaş bir solukta okuyuverirdi... Ben Arif
Nihat'ın Bayrak şiirini ondan ezberledim. Rahmetli Bekir Sıtkı'nın Hancı
şiirini ben Muammer abiden duymuştum ilk ve ondan ezberlemiştim. Gurbetten
gelmişim yorgunum hancı, Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş... Dilinden
düşürmediği o Karaman şiirini... Karaman’a hasretliğim, Üzüle üzüle bitmez;
Yollar bir ip, dağlar düğüm Çözüle çözüle bitmez. ..... Git, gör imareti aman!
Kimler geçmiş zaman zaman… Velhasılı şu Karaman Yazıla yazıla bitmez… Muammer
abi de yazıla yazıla bitmez.
* * *
Mekke-i
Mükerreme'de, Sevgili Peygamberimiz ile birlikte, kanlı gözyaşları ile birlikte
ettiği dualar sayesinde yaşıyoruz. Allah bizleri de veli kulları ile
haşretsin...
Çok güzel bir köşe yazısı olmuş.sanki bir film şeridi gibi olmuş. Film deyince bu yönde bir film bile çekilebilir. Harika bir yazı.teşekkürler tebrikler.
muhteşem kalemine yüreğine sağlık kardeşim
Merhaba Yunus Bey, Muammer abimizle ilgili yazınız çok içten ve çok duygusaldı. Harika anlatmışınız. Gençlik günlerimizde Muammer abiyle geçirdiğimiz günleri hatırladım. Allah rahmet eylesin kendisini saygıyla rahmetle anıyorum. Büyük insandı Karaman'da sevmeyeni yoktu.Oğlu Hasan Baran'ın yazılarını da babasını dinler gibi okuyorum. Selamlar
Yunusum yüreği güzel kardeşim görmedim tanımadım muammer beyi senin kaleminden sevdim Allah rahmet eylesin
Baba dostum, değerli yazar YUNUS TURAN beyzademin, kapı komşusu MUAMMER BARAN amcasını anlatan bu yürekten gelen içten, yüreğe dokunan güzel yazısını okurken çok duygu***dım. Soylu Karaman şehrinin üç kuşak sanat yetenekli cevherleri hep MUAMMER BARAN amcalarının o derin muazzam kültürüyle beslendiler. Ne mutlu onlara... KARAMANLI YAZAR HASAN BARAN
Rahmetli Muammer Baran abimiz kadar kibar ve beyefendi olan sevgili oğlu Hasan abinin söylediği bu güzel sözler için teşekkür eder, saygılar sunarım.
Mekanın cennet olsun günümüz evliyası
Yunus'um emeğine sağlık, çok güzel anlatmışsın.