Meğer dünya yuvarlakmış...
* * *
Küçükken hep inananlar, Müslümanlar kazanır sanırdım.
Milli maçlarda hep biz yenmeliydik çünkü karşımızdakiler gavurdu, biz Müslüman. Kazanmamız gerekirdi, bu bizim hakkımızdı çünkü Allah bizim Allah'ımızdı. Ve dua ederdik.
Hem de tarih bizim şanımızla doluydu... Savaşlarda hep galip gelirdik, iman gücümüz vardı bizim. Kırk çeri ile binlerce Çinliyi keser, gömecek yer arardık. Bir de Türk yıkılır mıydı?
Ama neticede milli maçlarda hep yenilir, hiç kazanamazdık. Sonra hakemleri suçlardık, sahayı suçlardık, seyirciyi suçlardık... Başarmak için yalnızca iman gücünün yetmediğini, başaının oyunun kurallarına göre ve çalışarak elde edileceğini düşünmezdik. Sonra yediğimiz o kadar gollerin içinde bir tane bari gol atsak diye dua ederdik. "Şeref golü" derdik.
Savaş gibi düşünürdük maçları, milliyetçi-Türkçü ve İslam ruhumuzla, bedenimizle, ölümüne oyun oynardı futbolcularımız.
12 Eylül öncesi de devrimciler-solcular bizim için Rus yanlısı, Komünistlerdi. İnançları yoktu... Kavgalarda taş atarken "Allah, Allah..." diye slogan atardık. Allah bizim Allah'ımız, onlar da inançsız gavurlardı...
Müslüman boksör Muhammed Ali de yenilmezdi. Siyah beyaz televizyonların önünde onun rakibini yenişini seyretmek için daha sabah hava aydınlanmadan kalkmamızın nedeni neydi?
Ahmet Yesevi, Hacı Bayram Veli, Mevlana, Yunus dedik, tarikatlarımız, dua eden ak sakallılarımız, şeyhlerimiz oldu sonra. Bilimle uğraşmak yerine "tasavvuf yolu" diye bir mürşide teslim olmayı tercih ettik. Teneşirde yatan ölü olduk. "Zaman iman kurtarma zamanı" diyorduk. Onların duaları kabul ve makbul idi. Allah dostlarının duaları hiç kabul olmaz mı!
* * *
Öyle değilmiş. Dualarımızın kabul olmadığını yıllar sonra anladık. Mürşide teslim olmak maçı kazanmamıza yetmiyormuş. O kadar uğraşımıza rağmen İslam dünyasındaki kan ve gözyaşı dinmedi. Müslümanlar hep batıya kaçmak için çabaladı. Gavurun bilimini kullandı, düşmana teslim oldu.
Asıl kazananlar, kana kımızı rengini verenin Alyuvar olduğunu bilenlermiş meğer. Domates, vişne suyu diyenler kaybetmeye mahkummuş...
Dünya yuvarlakmış...
Aya yolcu gibi gitmek değil, ayı fethetmek lazımmış, bizim uzay aracımızla, para karşılığı, yolcu gibi, gavurlar gitmeliymiş.
Meğer o tarihte anlatılan, kazandığımız savaşların çoğu, bilim ve teknikte güçlü olduğumuz zamanlarmış.
Namazda rükuya kaç derece eğileceğinin önemi yokmuş. Meleklerin cinsiyetinin ne olduğunu tartışmak boşmuş...
Hani bize beyaz atlara binmiş başları yeşil sarıklı evliyalar filan da yardım etmiyormuş.
Herkesin inancı kendineymiş, solculara taş atmak bizi güçlü yapmıyormuş.
İş öyle değilmiş!
O bir karış boyuyla börtü böcek yiyen pis Çinliye yenildik.
İngiliz'e, Alman'a, Fransız'a karşı yenildik.
Yıllarca hamiliğini yaptıpımız kıçı kırık Arap'a, Ermeni'ye, Yahudi'ye yenildik...
Tarikatlara, cemaatlere yenikdik.
Cehalete karşı başarı sağlayamadık.
* * *
Yıllar sonra anladım. Akıl ve bilim önemli. Aklını kimseye teslim etmemek gerek. Güçlü olmak için bilmek gerek. Bilmek için öğrenmek, öğrenmek için okumak gerek. Gelişmek için de sorgulamak şartmış.
Hepsinden önce bir şeyi yapmak için önce o şeyi yapmayı istemek gerekmiş... Azim ve sebat ve sabır... Bizde o isteği bitirmişler. Gavura bağımlı yaşamayı ruhumuza yedirmişler, kulun kulu olmayı sindirmişiz artık hücrelerimize...
Ve Allah yalnızca bizim Allah'ımız değilmiş.
Atatürk gibi bir mucizeyi hep boşa beklemişiz... Mucize bizmişiz meğer!
Atatürk'ün "Muasır medeniyet" tasavvurunda tren kaçmış olsa da, kazanması zor da olsa maç bitmedi!
Milyonlarca yıldır evren var... Binlerce yıldır da Türk milleti varlığını sürdürdü, kıyamete kadar da var olacak.
Türk olarak var olacak!
Biz yıkılmadık halen varız, hep var olacağız!