Her şeyinizle güvenebileceğiniz, tuttuğunu koparan, hep arkanızda olduğunu hissettiğiniz insanlar vardır hani...
Ben ona hep "Zor zamanların adamı..." derim...
1983 yılıydı...
İhtilal çok şeyi alıp götürdü. Bir çok kişinin gençliğini yok etti, hayatları söndürdü. Dün ülke sorunlarını düşünüp sırtlanan, ülkesinin geleceği, inanç ve değerleri uğruna hayatını feda eden 16 yaşlarındaki çocukların artık ayakta durabilme mücadelesi başlamıştı...
Cezaevinden çıkanların, yeni kurulan acımasız düzen içinde yeni bir hayat kurması gerekiyordu... İşkencelerin ardından yeni hayata adapte olmaları gerekiyordu... Herkes iş peşinde, karın doyurmak peşindeydi...
İdam edilerek şehit düşenler için bedenen yok oluş belki de bir kurtuluştu... Ama devletini sevdiği için hüküm giyenler hapiste çürümeye devam ediyordu. Çıktıklarında çekecekleri eziyet ve sıkıntı da ayrı...
Solcular için biz zengin insanlardık. Burjuva idik... Kendileri sözde proleterya, fakir köylü... Biz patron idik, onlar ezilen işçilerdi... Böyle inandırıyorlardı kendilerini... Halbuki yokluğun dibine vuran bizdik...
İhtilal sonrası hapisten çıkan abimin öğrenim hayatı bitmişti ve aileyi geçindirecek bir iş bulması lazımdı... Tüm geçim üzerindeydi... Bir taraftan anam hasta, bir taraftan babam yaşlanmış, güçten düşmüştü...
Çaresizlik... Semerciler sokağında abim çay ocağı açtı... İkinci katta idi. 21 basamaklı merdiveni vardı... Çay ocağının açılışında yardım edenler, destekleyenler halen sağ... Hepsini biliyorum... Sağolsunlar...
Kışın yatılı okulda okuyorum, yazın çay ocağında abime yardım ediyorum. İhtilal öncesi birlikte, omuz omuza kavgalara girdiğimiz Güngör abi ile birlikte garsonluk yapıyordum...
Güngör Koraş, Halit Özkan, İsmail Gülşen, Ali Gençyiğit, Hikmet Koraş, Ali Bom, Abidin Kalkan, onlar bizden büyüklerdi ve "Yenimahalle ekibi" denirdi... Durmuş Özsoy ile Kalaycı bir de Halit abinin kardeşi de varmış ben onları hatırlayamıyorum...
Nereden nereye...
Diyafon çalar..."Muharrem Ses'e üç çay", "Marangoz Orhan'a beş çay...", "Dinçay'a iki çay...", "Boynukalın'a bir çay..."
Tapır tapır 21 basamak merdiveni ineceksin, çayı soğutmadan yetiştireceksin... Güngör abi ile yarış yapardık.. Zevkle çalışırdık...
Bir gün dahi birbirimizi kırmadık...
Abi diyorum... Benden bir iki yaş büyüktür... Dağ gibi idi benim gözümde... Hani biri size efelendiğinde yanınızda birini ararsınız ya, öyle.. "Şimdi Güngör abim gelir, senin defterini dürer, hesabını sorar..." gibiydi...
Çok anımız geçti... O zamanlar Pala değildi... Zayıftı... Zorlu sigara içerdi.. Elinden de tespihi hiç eksik olmazdı.. Benim gözümde hep elinde otuzüç tespihli kocaman dev adam olarak kaldı zor günlerin adamı...
Yıllar geçti... Herkes iş güç sahibi oldu.. Okuyanlar okullarını bitirdiler... Profesör olanlar oldu... Kimi emekli oldu...
Güngör abim hepsinden üstte, Maliye Bakanımızdı bizim için... Mali danışmanımız...
Sendikamızın Başkanı iken çok yıprattı kendini... Kimseyi kıramadığı için sendikasındaki herkes için koşturdu durdu... Bu mücadele, onun için savaştı sanki...
Türk Ocağının kuruluşunda da birlikteydik... Olmaz diye bir düşünce yok... Nasıl olacağını konuşurduk onunla... Hep geri planda yöneticisi, karar vericisi oldu işin... Ona danışmadan yapmazdık bir şeyi...
Lakin bu illet var ya...
Doktorların sigara içme uyarısını asla dinlemedi... Hastalıkla İnatlaştı... Bizim ısrarlarımız da fayda etmedi... Çok yıprattı kendini...
Ani bir felç durumu çöktürdü onu...
Uzun süren bir tedavi süreci başladı. Konya'ya göç etmek zorunda kaldılar... Konya'da evde bir ziyaretimizde Güngör abiyi gördüğümde çok zoruma gitti...
Akşam vaktiydi ama onun için gece - gündüz bitmişti. Sürekli yatıyordu. Uyanık ise gelenleri tanıyabiliyor ve hafifçe gülümsüyordu... O azıcık gülümsemesi biz çok mutlu etmişti... Ayağını oynatması, ümitlendirmişti bizi... Eski günlere dönecez diye umut ediyorduk hep... Vücudu sağlıklı insanlarınki kadar diri ve sağlıklıydı...
Boyundan besleniyor, boyundan nefes alıp veriyordu... Elinde bir tespih tek parmak hareket ediyordu. Yavaş yavaş çekiyordu tespihini... Ömrünün son günlerini çeker gibiydi...
Kızı Gökçe Tıp Fakültesine yeni başlamıştı. Doktor olmadan doktor olmuştu... Babasına bakıyor, o sussa da onunla konuşuyor, çocuk sever gibi seviyordu...
Allah razı olsun hanımından... Şunu hiç unutamıyorum... Dedi ki; "Güngör'üm melemen'i çok severdi... Ona melemen yapıyorum, robotta çekiyorum veriyorum..." Yani tat alma duyusu yoktu ki... Boyundan besleniyordu... "Olsun, yine de sever" diye düşünüyordu... Çırpınıyordu ama elden ne gelir ki?
Güngör abim, arkadaşım, başkanım, dostum, sırdaşımın kabri Mevlana türbesinin orada, Üçler mezarlığındadır...
Mevlana'ya yolunuz düşerse hemen karşısından bir selam gönderin, bir Fatiha...
Ben otuzüçlük tespihimi çıkarıyorum...
Sallıyorum kabrinin önünde...
Hem "Erken gittin be abi... Yoruldum ben sensiz... Daha birlikte yapacağımız çok şey vardı... " diye söylenip kızıyorum, hem Fatiha okuyorum garip garip bakanlara aldırmadan...
Onlar ne bilsinler yaşanmışlıkları...!!!
* * *
Güngör abi, Yasin Koras ve Gökçe Koraş'ın babasıdır.
Hikmet Koraş'ın kardeşidir....
Allah Rahmet Eylesin...
Mekanı cennet olsun inşallah.
Allah rahmet eylesin Güngör'le Vergi Dairesinde beraber çalıştım tek üzüldüğüm konu sigara tiryakiliği idi malesef cenazesinde bulunamadım ama her Konya ziyaretinde uğramaya çalıştığım Üçler kabristan da ziyarettini yaptım İyi arkadaştı rabbim rahmeti ile muamele eylesin inşallah.