Benim
okulum, abilerimin, ablamın okulu. Bizim okulumuz Cumhuriyet İlkokulu.
Kişiliğimizin
yoğurulduğu ve hamur haline getirilip şekil verildiği yıllar yetmişli yıllar...
Düşündüm
de okular bizim için ne kadar önemliymiş. Bayramlarda neler yaşarmışız. Şimdi
unutmuşuz.
* * *
Öğrencilerden
oluşan bando takımımız vardı. Kimi trompet, kimi davul, çan çalar, kimi boru
üflerdi. Ama bando takımının en önünde, bandoya komut verene Majör denirdi.
Majörün elinde özel yapılmış püsküllü bir sopa, havaya atar kapardı bazen...
Majör
uzun boylu birinden seçilirdi genellikle... Elimize sopa alarak mahallede o
sopayı havaya atıp kapardık aynı o majörün yaptığını yapmaya çalışırdık, ona
özenirdik.
Bando
takımının ayrı bir elbisesi vardı. Her okulun ayrı ayrı olurdu. Bayram sabahı
annelerimiz evde onları yıkar, ütüler ve giydirirdi. Bando takımında olmak
ayrıcalıktı.
Mehter
takımımız vardı bizim. O mehter kıyafetlerini giydiğimizde bir başka olurdu
yürüyüşümüz... Kimine kıvrımlı bıyık yapılır, büyük adam gibi, kahraman bir
çeri görüntüsü verilirdi. Günlerce çalışırdık...
Okulun
müsamere salonunda geceler yapılır, aileler davet edilir, insanlar çocuklarının
ve aslında çocuklarını şekillendiren öğretmenlerinin maharetlerini izlemeye gelirlerdi.
Tiyatrolar
oynardık, koro, solo türküler söylerdik. Her çocuk flüt yada mandolin
öğrenirdi. Folklor öğrenirdi çocuklar. Yani mutlak surette bir sosyal alanda
bir etkinliğin parçasıydı çocuklar... Artvin yöresinin oyunlarını öğretmişti
öğretmenimiz.
"Dam
başında sarı çiçek oy oy, Burdan gidek Ürgüp'e göçek, nenni de Feridem
nenni" türküsünü söylemiştim ya ilk... Herkesin önünde...
Toplumun
bir bireyi olduğumuzu bilirdik. Bu etkinliklerin birinde yer almak için
çabalardık. Her çocuk da mutlaka bir programın bir yerinde mutlaka yer alırdı.
Bizi
biz yapan okulumuzdu Cumhuriyet.
Şimdi
yok hiç biri...
Şimdi
at yarışı yaptırılan, ilkokuldan itibaren dershanelere gönderilen, sosyallikten
uzak, kendini ifade edemeyen, bilgisiz ve boş yetiştirilen çocuklar var,
bomboş...
Okuldan
çıktığında büyük çocuklardan tehdit yiyen, bıçak taşıyan, sigara içen,
uyuşturucu kullananlar, yada kullanmaya zorlanan çocuklar var artık.
Polisler
var okul çıkışlarında yetmez mi?
Veliler
çocuklarını bu tiplerden koruma çabası içinde maalesef!
Geçen
sordum bir öğretmene; "Okullarda bu tip sosyal faaliyetler yapılıyor
mu?" diye... "Öğretmen isterse yapılıyor ama genellikle yok!"
dedi... "Bando trompet takımı var mı?" dedim, "yok" dedi...
* * *
Ya
bayramlar?
Öyle
geçiştirilivermezdi. Statta olurdu bayramlar. Okullar yürüyüş yapar, öğrenci
velileri de çocuklarını seyretmek için koca stadı doldururdu. Çocuklarını daha
önden görebilmek, ön taraflardan yer kapmak için sabahın erken saatlerinde
gelir doldururlardı. Bayram; bayram gibi olurdu yani. Devletin ve milletin,
herkesin bayramı.
Bayram
resimleri çizerdik. Uçan balon satan, balıklı şeker, macun satan amcalar,
çekirdek, yeşil nohut, su satanları çizerdik resimlerimize... Bayram çocuğun
hayali idi çünkü ve resimlerimiz de hayallerimizdi...
Ablamızın,
abimizin yürüyüşünü seyredecektik. Ve bir gün biz de onlar gibi orada
yürüyecektik. Telin arkasında her yer toz toprak olurdu. Olsun... Ama vallahi o
tozun kokusunu özledim... Mutluyduk biz... Mutluyduk biz...
* * *
Okullarda
hazırlıklar günler öncesinden başlardı.
Statta
yürüyüş yapmak bir okul için onurdu, şerefti. Okullar arasında bir yarıştı bu.
Cumhuriyet
İlkokulu, Gazi İlkokulu ve İstiklal İlkokulu her bayramda olurdu.
İlk
zamanlar okulun bahçesinde yürür antrenman yapar yürürdük, son bir gün de
dışarıda caddelerde son prova yapılırdı. Önde bando takımımız, arkada boy
sırasına göre ihtimamla yerleştirilmiş öğrenciler.
Ve
bando takımının en önünde tabi ki majör.
Majörün
önünde okulun flamasını tutan bir öğrenci, onun önünde de Türk Bayrağını tutan
bir öğrenci olurdu. Bayrak ve flamayı tutmanın bir usulü vardı. Mahallede
çocuklarla oynarken bayrak ve flamayı o şekilde tutardık.
* * *
Bayram
sabahı radyolardan bugün duymadığımız o bando takımlarının marşları çalardı.
Olmazsa olmazdı bu...
Erkenden
temiz elbiseler giyilir, banyo yapılır ve okula erkenden gelinirdi.
Sonra
her grubun önünde uygun adım yürüyen öğretmenlerimizle birlikte stada yürürken
yolda bazen diğer okullarla bizim okulun bando takımının marşları çakışırdı...
Stadın
öğrenci girişinden girerdik. Veliler filan alınmazdı o alana hiç... Ve okullara
önceden ayrılmış alanlara sırayla yerleşilir, yürüyüş sırasının kendilerine
gelmesini beklerlerdi.
Karşıda
üstü kapalı şeref tribünü vardı. Okullar o yöne doğru dururlardı.
Tribünde
Kaymakam, Belediye Başkanı ve Garnizon Komutanı olurdu. Ardında da protokol.
Oraya da kimse alınmazdı, küçüktü zaten...
Saygı
duruşu, İstiklal Marşı ile başlardı bayramlar. Sonra konuşmalar olurdu. Şiirler
okunurdu... Hiç anlaşılmazdı o konuşmalar. Ama Ne Mutlu Türküm Diyene! diye
biterdi genellikle... Bir tek orayı anlardım. Bir de şiirleri anlamasam da o
terennümü, iniş çıkışları bize o milli duyguyu hissettirirdi zaten.
Ben hiç
şiir okuyamadım o statta... Bayrak, flama tuttum lakin bir şiir okuyamadım.
Kabiliyetim yoktu belkide. Yada daha güzel okuyan çocuklar vardı bilmiyorum ama
hep içimde kaldı. Bugün bakıyorum da şiir okuyamamamın içimde kalması bile ne
kadar güzel.
Kaymakam
ile Belediye Başkanı ve Garnizon Komutanı halkı selamlayarak geçerdi üstü açık
bir arabanın üstünde.
Devletti
onlar. Bizim devletimizdi, devletimizin yöneticileri idi... Babaydı onlar,
büyüklerimizdi. Onurumuzdu, şerefimizdi. Biz de büyük adam olursak, onlar gibi,
arabanın üstünde şerefle, onurla geçecek, insanları selamlayacaktık, ülkeyi biz
yönetecektik. Çünkü Gazi Paşa öyle diyordu; "Ey yükselen yeni nesil,
gelecek sizindir"
Gelecek
bizimdi, çocukların, gençlerindi...
Sonra
askeriyenin profesyonel bando takımı marş çalarak gelir, şeref tribününün
önünde durur, kenara çekilerek marş çalmaya devam ederdi.
Bando
eşliğinde önce tüm okullarla gelen Türk Bayrakları geçer, ardından okulların
flamaları ve arkasından askerlerin yürüyüşünü seyrederdik özenerek. En çok
sevdiğim de; o ay yıldızlı al bayrakların geçmesi, sonra da askerlerin rap rap
ayak sesleri ve o intizam, ileriye doğru bakan gözler, o intizam...
Asker
gururumuzdu. Biz de asker olacak, onlar gibi yürüyecek ve ülkemizi
koruyacaktık, onurla, şerefle, gururla...
Ardından
okullar sıraya konur ve en önde iki kişi okulun adının yazılı olduğu afişi
tutar, ardından tabii ki majör ve bando takımı, sonra öğrenciler yürür,
yanlarında öğretmenleri ile birlikte...
"Bakın
bu çocuklar benim çocuklarım, ben yetiştirdim, gurur duyuyorum onlarla"
der gibi yürürdü. Vakur ve onurlu öğretmenler.
Seyredenler
çocuklarının yürüyüşünü görebilmek için itişip kakışır... Kiminin gözlerinden
yaş akıverir gururdan...
19
Mayıs'ta spor gösterileri yapılırdı. Bazı bayramlarda da en son olarak askeri
araçlar, polis arabaları, itfaiye, ambulans ve sonra kamyonların üstünde
berberler, demirciler, kaynakçılar, marangozlar, esnaflar geçerdi...
* * *
Bir de
akşam askerlerin fener alayı olurdu ki mükemmel olurdu.
Ellerinde
fenerle yürürler. Botlarının yere çarpması ile çıkan rap-rap-rap sesleri ritim
verir yürüyüşlerine...
Her bir
adımda o gür sesleri ;
diyerek
dağlara, ovalara yayılırdı...
Marşlar
söylerlerdi...
Kenarlarda
halk askerini alkışlar arasında seyreder, onların ardı sıra şehrin caddelerinde
onlarla birlikte yürür giderdi...
Bayram,
bayram gibi kutlanırdı...
Milli
bayramlar milli bayramlar gibi kutlanırdı.
* * *
Yok hiç
biri şimdi...
Radyolarda,
televizyonlarda o bando takımlarının marşlarını dinleyemiyoruz ne zamandır.
Okullarda bir şey kalmadı zaten. Askeriyenin bandosu yok, okulların öyle...
Öğretmen
çocuğunun başını bile okşayamıyor artık. Korkuyor...
Eskinin
özlemi ile bir Sivil Toplum Kuruluşu Fener alayı yapıyor. Diğerleri destek
veriyor. İzin almak için prosedürleri izliyor bir sürü...
Devlet
erkanı fener alayına katılmıyor.
Halk var
devlet yok, devlet var millet yok. Hele o resepsiyon neyim bilmezdik biz
eskiden... Biz bayram bilirdik, bayramda milli duygularımız galeyana gelirdi.
Ne
bileyim... O milli ruh kaybedildi, o güzellikler yok oldu sanki...
* * *
Cumhuriyet
ilkokulunun uzun yıllar Müdürlüğünü yapmış, tırnakları ile kulak mememizi
sıkıştırıp suç işlememeyi küpe yapan Necati GÜNGÖR öğretmenimin ve bende beni
ben yapan, kişiliğimizin yoğurucusu, pekiştiricisi sevgili öğretmenim Aysel
YILMAZ'ın ellerinden öpüyorum.
Karaman'da
ilk olarak engelli öğrencilerden oluşan bir sınıf açan ve o çocukları topluma
kazandıran, rehabilite eden Suzan ÖZPEYNİRCİ öğretmenimin ellerinden öpüyorum.
O günün
bütün öğretmenlerinin ellerinden öpüyorum.
Allah
hepsine sağlıkla uzun ömürler versin.
Bu cumhuriyeti kuranları. Herzaman rahmetle ve şükranla anıyoruz. Ruhları şad olsun. Mekanları cennet olsun.
Kardeş kalemine sağlık gercekten cumhuriyet ilkokulunu yazsan kitap olur. Mustahdemleri bile bir degerdi. Kooperatifte sati*** simidi beslenme için göturulen sıkmalar evde yapı*** halkalar. Necati Güngör müdürlüğün karizmatik örneği. Din dersini Araboglu camisinde işler abdest namaz uygulamalı öğrenilirdi tadili erkan ondan ogrenilirdi. Yerli malı haaftalari anlamlı idi. Tabii bayramlar bir başka daha neler neler o okulun yanması yeniden yapılması o bile bir başka meziyet karizma müdürümüz icin tüm cumhuriyet mezunlarina selam ve saygılarımla