Bugün Babalar gününde çocuklarım çok anlamlı bir hediye aldılar.
Hiç kimse için önemsiz ama benim için değeri anlatılmaz.
Bana aldıkları değil önemli olan; bana verdikleri.
Bundan dört yıl önce bir hikaye yazmıştım. Bunu okumuşlar.
İnanılmaz duygulandım.
Çocuklarım büyümüşler. Harçlıkları ile bana bir ayakkabı almışlar.
"Ayakkabı ne kardeşim, bundan inssn duygulanır mı!" diyeceksiniz ama, hikayemi okuyunca hak vereceksiniz...
* * *
UNUTAMADIĞINIZ AYAKKABILARINIZ OLDU MU SİZİN?
Devletin parasız yatılı bir okulu...
Ankara Keçiören Çevre Sağlığı Meslek Lisesi...
12 Eylül ihtilali sonrası kazanmıştım.
4 yıl süren yatılı okul hayatım ayrı bir hikayedir.
Yokluğun üstesinden gelmenin tek yolunun çalışmak olduğunu öğretmişti babam o yaşıma kadar...
"Yaptığın işin en iyisini yapacaksın... Farkın olacak... " derdi...
Şunu biliyordum; "Aileme karşı mahcup olmamalıydım. Bu yüzden tek görevim vardı çalışmak ve başarılı olmaktı...
Gecemi gündüzüme katıyordum. Arkadaşlarımın "İnek" diye takılmalarına filan da aldırış etmiyordum.
Hiç unutmam, çift dikiş okuyan Bingöllü bir arkadaşım demişti ki; "Oğlum sen de mezun olacaksın, ben de... Sen de aynı görevi yapacan, bende, sen de aynı parayı alacaksın, ben de... Ne diye kendini bu kadar yoruyon?"
Haklı olabilirdi belki ama ben hiç aldırış etmedim...
Yatılı okullarda herşeyinizi paylaştığınız bir arkadaşlarınız vardır, bir de öğretmenleriniz. Öğretmenlerinizden de kimi anne şefkatinde, anne sıcaklığında, kimi baba dostluğunda, baba samimiyetindedir. Öyle bilir, öyle görür, öyle seversiniz.
Kiminiz, kimseniz bu kafardır.
Ailenizden uzakta, zor geçen o 4 yıl sonrası artık mezun olacaktık. Diplomalarımızı alacaktık spor salonunda... Ayşe Orhan hocamız nezaretinde mezuniyet provaları yapıyorduk... Çok severdim öğretmenlerimi. Hele Ayşe hocamızı sadece ben değil, ana gibi severdi tüm öğrenciler... Benimle zıt fikre sahip, benimle problemleri olanları da hakikaten severdim. 12 Eylül ihtilali bitmişti ama davanız, siyasi
düşünceniz biter mi? Haklı ile haksızın mücadelesi biter mi hiç?
Ayağımda bir ayakkabım var lakin eğri basmaktan topukları bir taraf içe doğru sıfırlamış... Eğri topuklu ayakkabıya da eğri basmak durumundayım mecburen... Provalarda Ayşe hoca bunu görmüş ve Kahramanmaraşlı sıra arkadaşım Hakan Başkır 'ı yanına çağırmış ve demiş ki; "Yunus'un başka ayakkabısı yok mu?... Sorun.. Yoksa arkadaşınıza biriniz ayakkabı verin..." demiş.
Hakan bana bir süre söyleyemedi. Arkadaşına hocanın söyleyemediğini kendisi nasıl söylesin... "Mezuniyete bu ayakkabı ile çıkma.. Sana ayakkabı verelim..." diyebilir mi?
Söylediğinde başımdan aşağı bir kaynar su döküldü sanki... Ömrüm boyumca unutamayacağım yokluğun yüzüme vuruluşu idi bu... Çok zoruma gitmişti ve ağladım, ağladım...
Mezuniyetimde giydiğim Hakan'ın o siyah, topuksuz bot tipi ayakkabısını hiç unutmam ben...
Bir de baba kadar sevdiğimiz Ali Rıza Ali Riza Gözler hocamızı...
(S.Hakan Başkır kardeşim çoktan unutmuştur bunu...)
* * *
Memlekete geldiğimde yazın abimin esnaf çay ocağında, rahmetli Güngör Koraş ile Semerciler sokağında çalışıyorduk...
Abim bir ayakkabı almış... Topuksuz ve yeşil renkli...
Ayakkabı hassasiyetimi bildiği için olsa gerek, beni kırmamak için kendisine almış gibi yapıp ;"Bir de sen giy bakalım nasıl olacak?" dedi...
Giydim... Tam bana göre idi... Aslında bana aldığını anlamıştım da bozuntuya vermedim...
Çok sevdiğim ve uzun süre ve tıllığı çıkana kadar giydim o ayakkabıyı...
Hiç unutmam o günün o nezaketiyle çaktırmadan hediye edilen o altı lastik yeşil, topuksuz, düz ayakkabıyı ben...
* * *
Bilirmisiniz siz eskiden üstü tokalı naylon ayakkabılar olurdu.
Tokası yanı kilidini açar giyerdiniz ayakkabıyı...
Cizlavit yada karalastik ayakkabı ile aynı zamanlara rastgelir...
Babamın hizar dükkanı vardı. Koca tomrukları biçerdik biz. Ben çocuktum.
Ayakkabıcıya gönderirdi ayakkabı almak için...
Onlar da bilirlerdi zaten babamı... Nasıl ayakkabı vereceklerini de bilirlerdi...
Bir gün gönderdi ayakkabı almaya...
Ayakkabıcılar sokağında İş Bankası vardı. Onun yanındaki ayakkabıcıya giderdik.
Ayakkabıcı bana baktı ve dedi ki; "Oğlum git babana söyle sana artık naylon ayakkabı olmuyor, bu yaşta bu ayakkabı olmaz, iskarpin ayakkabı alsın..."
Düşünün ki artık naylon ayakkabının en son numarasını zorlamışım. O tarihe kadar iskarpin ayakkabı giymemişim...
Hemen gittim babama söyledim...
Birlikte geldik ve ilk defa bana bir iskarpin ayakkabı aldık...
O ayakkabılarımı uzun süre giyemedim kirlenmesin diye...
Hiç unutmam sabaha kadar yer yatağımın baş ucunda ona baka baka uyuduğum, o ilk parlak siyah kuşaklı rugan iskarpin ayakkabımı ben...
* * *
Şimdi çocuklarımın benim ayakkabı hassasiyetimden duygulanarak babalar gününde bana aldıkları ayakkabıyı bu gece sabaha kadar yatağımın başucunda tutacağım.
Bir anne, babanın çocuklarından daha büyük bir sevgilisi olabilir mi?
Onlarsız bir hayat olabilir mi!
Her baba için bütün ömrü çocukları için değil mi?