Yüzüme yalnızlık üflüyor rüzgâr. Buram buram kokusunu alıyorum. Usul usul… Gözlerimi yumuyorum… Uyumuyorum… Çocukluğuma beni götüren zamanın bir dilimine düşüyorum.
Düşüm… Geçmişin düşü düşüyor bilinç sahneme… Üşüyorum… Bir sahilde yalnız yürüdüğüm zamanlar bir de o yalnızlığı yüzümü şefkatle okşarken bana duyumsatan rüzgâr…
Hayat ne garip değil mi? Sonsuz bir şimdiki zamanda gezinirken bedenlerimiz… Belleğimiz sürekli geçmişin tozlu sayfalarında… Şimdiki zamanın arkada bıraktığımız yerinde…
Geçmiş diye bir yanılsamaya yem ettiğimiz zamanın hiç geçmeyen anları… Bellekte… İnsanı belleğin geçmişe sadakati mahveder.
İnsan belleğin biriktirmediklerine kurban verirken unutmak istemediklerini… Zaman gözyaşlarına selam gönderen anları sahneye çağırır. Olmadık anda… Olmadık anında şimdiki zamanın…
Ve ne gariptir ki insan eskiden şikâyet ettiklerinin özlemiyle yanarken bulur kendini. Bir sahil kenarında… Bir bankta… Bir parkta… Bir durakta… Kendiyle baş başa kalmaya vakit bulabildiği herhangi bir anında zamanın…
Ya da terk edildiğinde… Yalnız bırakıldığında… Tek başına kalmaya mutluluk atfetmeye kendini alıştırdığında… İnsanlardan kaçtığında… İnsanlar ondan uzaklaştığında… Bir kalabalığa bir de kendine bakıp gözlerdeki vahşi hırsın esareti altına girmekten korktuğunda…
Zaman belki de en savunmasız anında yakalar onu. İnsanı hatırlamak istemediklerinin acısı yıkar. Gözyaşlarıyla hem de! Martılar uçuşurken… Denizin yüzeyine gelen balıklar gökten gelen bir kararla yem olmayı beklediklerinden habersiz…
Bir martının gagasında göğe yükselirler sonra. ‘Yükselmek anca ölmeyle olur’ der gibi… Sürekli yükselmenin… Bulunduğu yerden yukarılara ulaşmanın hırsına yenik düşen insanın hırçınlığı sarar yeryüzünü.
Altta kalanlar ezilenler değildir. Hayatta kalanlardır aslında. Ayakta kalabilenlerdir. ‘Bir martının gagasında ölmeye yükselmek’ deme yanılgısıyla koşuştururken yığınlar… Hiçbir şey yapmamanın tadını duyumsuyorum rüzgârın uğultusunda.
Bir yerde durup hafif bir esintiyle bulunduğu yerden yükselen ve sağa sola savrulan toz zerreleri burnumu gıdıklarken… Örtülü göz kapaklarım eski defterlerin tozlu sayfalarının yansıdığı bir perdeye dönüşüyor adeta.
Eskiyi görüyorum. Gerçek denen şeyin, geçmişin yansıması ya da bir düşün yanılsamasından ibaret olduğunu anlıyorum.
Hiçbir şey gerçek değil oysaki! Bir duygular gerçek; bir de o duygulara ev sahipliği yapan kalbin hiç geçmeyen sızısı…
Ne zaman bir düş çalsa kapımı… Ve ben ne zaman yalnızlığıma bir yoldaş arar gibi gözlerimi yumup belleğime bıraksam kendimi… Kimsesizliğimi anımsarım…
Kimsesizliğimizi… Kimsesiz kalışımızı… Kimsesiz bırakılışımızı… Yeni doğan bir bebeğin buruşuk bedeninin hatırlattığı ihtiyar yorgunluğu…
Şairin kendini hissetmediği yaştayım. Yolun sonunda… Bir bebeğe bakarken ölümü hatırlıyorum. Hayata merhaba diyen küçük kimliksiz bir bebeğin ağlamasının duyumsattığı sebepsizlik kadar boğuk; ona bakan annenin gözyaşlarındaki sevinç kadar sebepli bir hatırlama hali bu.
Ben sebepsiz yere ağlarken bana bakan gözlerde birikir mi gözyaşları? Her göz beni seven bir kalple özdeş bir bakışı armağan eder mi bana?
Ve ben o gözlerde Allah’ın bana bahşettiklerinin mutluluğunu yaşayabilir miyim gerçekten? Hasetten uzak… Kinden… İçinde beni ölüme iten hırstan ırak gözler sarar mı etrafımı?
Birlikte ağlayabilir miyiz mesela? Birlikte gülebilir miyiz? Rüzgârın yüzümü okşayan eli çekilirken üzerimden… Gerçeğin beni çağıran sesi çınlıyor kulaklarımda.
Martılar istihkakları olan balıklar gagalarında uçup gidiyorlar. Geride kalan balıklara çullanıp öldürme telaşına düşmeden… Rızıklarını Verene sadakatin huzuru var üzerlerinde. Yarına ulaşamama korkusundan uzak…
Bir balıkçıya köle olmadan… Bir balıkçının, ağına düşen balıklardan kendilerine sadaka verme acizliğine bürünmeden… Balıkçıya ilahlık kimliği yükleme adiliğine girmeden…
Gerçek Mülk Sahibinin avuçlarında korunan yarınlara teslimiyetle çırpıyorlar kanatlarını. Hiçbiri bir diğerinden daha iyi kanat çırpma hırsına yenik düşmeden üstelik.
Ve ben gözlerimi açıyorum. Üzerimde tatlı bir ruh hali hâkim gibi. Bana kendini anımsatıyor O. O’nun gözlerinde bana sekine indiren bakışlarına teslim ediyorum kendimi. Yürüyorum. Yalnız… Tek başıma… “Bana O yeter!” diyen içsesimin bana armağanı hislerle… Huzurla… Metanetle…
O
Yayınlanma :
23.10.2025 09:02
Güncelleme
: 23.10.2025 09:02
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: