Türkiye'nin doğal güzellikleri ormanlarımız, her yıl ne
yazık ki bu topraklar üzerinde yaşayan vatan hainlerince kasten, bile iste
yakılıyor. Özellikle yaz aylarında ormanlık alanlarda çıkan yangınlarda
binlerce hektarlık ağaçlık bölge ile içinde yaşayan canlılar yok ediliyor.
Milyarlarca liralık zarar da çabası.
Her yıl orman yangınlarıyla mücadelesine kararlılıkla devam eden ülkemiz son bir haftadır yine bilinçli yakılan yangınları söndürmek için çabalıyor. Geçtiğimiz hafta 28 Temmuz'da ilk ateş Antalya'nın Manavgat ilçesindeki ormanlık alanlara düştü. Tüm Türkiye yangınların söndürülmesi için bu bölgeye akın etti. Yangında köyler, mahalleler, tarlalar, bahçeler, evler, hayvanlar yok oldu. Manavgat'taki yangınlar henüz kontrol altına alınamamışken bu kez ülkenin diğer bölgelerinden de peş peşe yangın haberleri gelmeye başladı. Koordineli bir şekilde Adana, Osmaniye, Mersin, Muğla, İzmir, Kayseri, Kahramanmaraş, Edirne, Kütahya, Balıkesir, Kilis, Kocaeli, Kastamonu, Sakarya, İstanbul, Hatay, Bursa, Diyarbakır, Karaman, Manisa, Bingöl, Kırklareli, Bilecik, Şanlıurfa, Aydın, Bitlis, Çanakkale, Çorum, Isparta, Denizli, Çorum, Samsun, Uşak, Ankara'dan alevler yükselmeye başladı. Ülkenin her yeri bir anda yangın yerine döndü. Bu bölgelerin birçoğunda yangınlar yapılan müdahalelerle kontrol altına alınırken Antalya ve Muğla bölgelerindeki yangınlar halen devam ediyor.
Millet olarak 10 gündür ormanlarımızın cayır cayır yanışını seyrediyoruz. Ülkenin akciğerleri konumundaki ormanlarımız birer birer küle dönerken, yangınla birlikte evlerini, tarlalarını, bahçelerini kısacası tüm hayatlarını kaybeden bölge halkının dumandan kararan yüzlerindeki umutsuzluğu, çaresizliği izliyoruz elimiz kolumuz bağlı şekilde. Onlar orada, biz ekran başında ağlıyoruz. Yangında her şeylerini kaybeden bu insanların yaraları nasıl sarılacak, normal günlerine dönmeleri ne kadar zaman alacak şimdilik bilemiyoruz. Mal ne kadar canın yongası olsa da yöre halkı kendi canından, malından vazgeçip yanan ormanlara elleriyle toprak atarak, pet şişelerle su dökerek bir nebze de olsa merhem olmaya çalışıyorlar. Onların bu çabalarını gördükçe biz olduğumuz yerde kala kalıyoruz.
Yangınlara müdahale edebilmek için her il imkanları dahilinde, gücü yettiğince bölgeye araç, insan, içecek, yiyecek, giyecek takviyesi yapıyor. İtfaiye, Orman, AFAD, UMKE, Jandarma, Polis ekipleri ve gönüllüler gece-gündüz demeden, soluk almadan, kimi zaman hiç uyumadan yangınların söndürülmesi için büyük bir çaba harcıyor. Son olarak Can Azerbaycan itfaiyesiyle, yangın söndürme uçağıyla ve mert ordusuyla gardaşlarının zor gününde yanlarında olmak için çağrılmadan gelen ilk ülke oldu. Onlarda yangınların sönmesi için canla başla mücadele eden Türk halkına destek oluyor. Diğer ülkelerden de Türkiye'ye yardım desteği gelmeye devam ediyor. Her zor günde olduğu gibi bugünde Türk milleti yine tek yürek, omuz omuza ormanlarımızdaki yangınları söndürmek için mücadelesini sürdürüyor.
Ülkenin her yanında yangınlar devam ederken eleştiriler de olmuyor değil. Bir orman ülkesi olan Türkiye'de neden yangın söndürme uçakları ve helikopter sayısı bu kadar az? Her yıl yaşadığımız orman yangınları eğer uçak ve helikopter sayımız elimizde olandan daha fazla olsaydı bu yangınların söndürülmesi bu kadar uzun sürer miydi? gibi sorular soruluyor.
Hükümet yetkilileri her ne kadar yeteri kadar araç ve gerece sahip olduklarını açıklasalar da eldekilerin yetmediği söndürülemeyen yangınlarla görülüyor. Birde tabi ki gündemi meşgul eden Türk Hava Kurumu'nun elinde bulunan ancak ton eksikliği nedeniyle ihale yönetmeliğince uygun görülmeyen yangın söndürme uçakları mevzusu var. Ülkenin her yeri yangın yerine dönmüşken ha bir ton eksik, ha bir ton fazla fark eder mi neden elimizdeki bu imkanları kullanmıyoruz diye sormaktan da kendimizi alamıyoruz.
Her fırsatta siyasi iktidarın üyeleri, kendi kendine yeten bir ülkeyiz diye nutuklar atarken, bazı noktalarda yetemediğimizi acı şekilde görebiliyoruz. Ülkede deprem oluyor, sel felaketi yaşanıyor, ormanlar yanıyor, çığ düşüyor. Ama duyduğumuz hep yaralar en kısa zamanda sarılacak. Vatandaşlarımızın mağduriyetleri giderilecek. Devlet halkının yanındadır sözleri oluyor. Evet devletimiz yaralarımızı sarıyor sarmasına da bazı noktalarda da yetersiz kalındığının da kabul edilmesi gerekmez mi?
Depremler, seller, çığlar, yangınlar Türkiye'nin çok sık maruz kaldığı afetlerin başında geliyor. Ne zaman deprem olsa o an yetkililer yapılarda kullanılacak malzemelere, binanın yapılacağı yerin imara elverişli olup olmadığına, zemininin sağlamlığının kontrol edilmeden inşaatına başlanmasına izin verilmeyeceğini söyleyip duruyorlar. Sonra bu sözler unutulup gidiyor. Müteahhitler, inşaat firmaları ve onlara yapı izni veren kurumlar bildiğini okumaya devam ediyor. Bizse her yıl deprem vergilerimizi ödemeyi sürdürüyoruz. Ama ne zaman deprem olsa bu vergiler buhar olup uçuyor ve mağdur olan vatandaşlarımız için yardım kampanyaları başlatılıyor. Yine biz bize yetiyoruz çok şükür.
Binlerce yıllık tarihe sahip güzel ülkem bugüne kadar terörle, içten ve dıştan gördüğü ihanetlerle yok edilemedi. Edilemeyecek de. Kaos'tan beslenen hainler ülkeyi aşağıya çekmek için her yolu deniyor. Bu ülkeyi terörle, ihanetle çökertemeyenler şimdi de ormanlarımıza gözlerini diktiler. Bile isteye kasten çıkardıkları yangınlarla kendilerine ateşin çocukları diyen vatansızlar sözüm ona ülkeyi yeni bir kaosun ortasına attıklarını sanıyorlar. Bu ülke sizin gibi ne çok hainle mücadele etti de yıkılmadı. Sizi de o yaktığınız ateş gibi yakmasını çok iyi bilir.
Biz ne yangınlar gördük de yanmadık, yıkılmadık. Elbet bu zor günlerde gelip geçecek. Yaralarımızı sarıp dosta güven, düşmana korku salmaya devam edeceğiz.