Salgın ile birlikte yaşamdan koptuk.
-Salgın gibi aktif bir Türkçe sözcük varken niye pandemi diyoruz ya, onu anlamış değilim-
Geçen gün gazete patronum ve kadim dostum Ahmet Küçükcicibıyık’ı ziyaret ettim. “Hocam niye yazmıyorsun veya az yazıyorsun?” dedi.
Ben de, “Yaşamıyoruz ki nasıl yazayım dostum? Toplumun içinde olmak ve yaşarken karşılıklı etkileşimlerden çıkarımlar yapmak değil midir yazmak? Bir yıldır mezarda gibiyim. Yaşamıyorum ki nefes alıp veriyoruz o kadar. Hiçbir toplumsal etkileşim içinde değilim. Yazmak biraz da yazmayı hak etmekle olur. Hak etmediğim bir şeyi istiyormuşum gibi geliyor bana ve yazarken mahcubiyet duyuyorum” dedim.
“Bence sen yazmalısın hocam. O zaman yaşayamadıklarını yaz” dedi.
O gün bu gündür yaşayamadıklarımız düşünüyorum. Kafamın içinde ecinni taifesi dans ediyor. Durup dururken, nereden çıktı bu yaşayamadıklarımız gailesi?
Yaşayamadıklarımı düşünmeye başlayınca neredeyse yaşam boyu hiç yaşayamadığımızı veya çok az yaşadığımızı görmeye başlamanın ne kadar rahatsız edici olduğunu bir düşünün. Yaşadıklarımız, yaşamak istediklerimizin yanında devede kulak bile değilmiş onu anlamaya başladım.
Akdeniz mürekkep olsa, Yağmur Ormanları kâğıt, bu yazılabilecek bir dert değilmiş onu gördüm. Bize sunulan ile öngörülen arasındaki mesafe uzay boşluğu gibi.
Hakkı verenden çok elimizden alanlar hâkim yaşam denilen maceramıza.
Öyle endaze tutmaz, ölçüye tartıya gelmez ham hayallerden söz etmiyorum. Kendi ellerimizle tokatlayıp uzaklaştırdığımız, yapılması, gerçekleştirilmesi mümkün olan şeylerden ve elimizin altındaki fırsatlarımızdan bahsediyorum.
Çeşitli güdülenmeler, baskılanmalar, koşullanmalar ve garip inançlar sonucunda kendimizden uzak tutmaya çalıştığımız bir devasa yaşam kütlesinden bahsediyorum.
Yarına, öbür aya, bir başka seneye emanet etiğimiz şeyleri bilmem düşünme fırsatınız oldu mu?
Bunları ve sebeplerini düşündüm bu ara.
Eften püften ama en çok da mahalle baskısından dolayı uzak durduğumuz şeyler. Yaşamak istediğimiz, yaşamımıza ilham oluşturmak istediğimiz ne varsa bize ondan uzak durmayı öğretmiş birileri. Çeşitli kılıflar altında yapmışlar bunları. Ekseriya da en güzel duygularımızı kullanarak yapmışlar.
İnanç ihtiyacımızı, vicdanımızı ve umutlarımızı kullanarak yapmışlar.
Yaşam bize bir armağan ise onu doyasıya yaşamak yerine sırtımıza yüklenmek zorunda mıyız?
Niye ki?
Bundan sonrasını okuyucuya bırakmak gerek galiba. O kadar çok soru var ki cevabını aramaya da fani ömür yetmez.
Cevabını bulmasında okuyucuya güvenmek gerekmezse söz beyhude değil mi?
Söylem ve eylemler kimse anlamasın diye planlanmiş.BOŞ AŞI gibi.
Sevgili Osman Hocam , Yaşamak kimine göre sokakta boş boş gezmek ,kimine göre kahvede saatlerce oyun oynamak. Sonraki yazilarinizi bekleriz. Toplum için insanlık geleceği icinyasamak konusunda sorgu***ildiginda yapılması gerekenleri siz çok iyi biliyorsunuz.Bundan eminim.Yeni yazılarınızı bekliyoruz.Slam ve sevgiler.
Hepimiz yaşamı katogorize edilmiş şekilde yaşıyoruz.yaşadıklarımızla,yaşamadıklarımızı tartıya koyamadık.toplumda hiç bir zaman yönlendirmedi.. birgün bir akrabam,benimle yaşamadıklarını karşılaştırmıştı.bu yazı oradan hatırlattı.selamlar
Hayat bir efsane gibi Bazı tipi bazı kıştır Bir bakarsın rüya gibi Hemi tatlı Hemi hoştur (Âşık Ali) Demiş şair değeri hocam," bu da geçer ya Hu!" diyelim. Güzel günlere kavuşmak dileğiyle...