NEYE AKİF’LE
Muzaffer CAN
Sahi, mesela neye Necip Fazıl değil de Akif. Üstelik aramızdaki onca yaş farkına rağmen Necip Fazıl bey ile sıkı bir dostluk bağı varken, Akif bey dünyadan göçtüğü zaman daha doğmama 9 yıl vardı ve hiç tanımadığım, tanıyamayacağım bir ailede idi. Ama ben Akif beyle olmayı o kadar isterdim ki…
Zira o bu Ümmet-i Muhammed’in Kuran şairiydi, “Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz islamı” diye ilham alınacak yerin Kuran olduğunu referans gösterebilecek derecede Kuran’ı anlayan şairdi. Vel-Asri suresini yorumlarken der ki:
Hâlık’ın namütenahi adı var, en başı “Hak”,
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!
Hani Ashabı Kiram ayrılalım derlerken,
Mutlaka “Sûre-i ve’l- asr”ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh,
Başta imanı hakiki geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık,
Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsran artık.
Hem bu milletin acısını içinde duyan, duyduğu duyguları aynen kaleme alan bir şairdir. O bizim ortak sesimizdir, içimizden biridir, hiçbir şiirinde yabancı unsur bulunmayan bir seda sahibidir Akif. Hele onun kutsalımıza gösterdiği sevgi ve bağlılık, ne aşırılık bulunur, ne de ben zeri, dedik ya referansı Kuran olan yiğidimizdir o.
Gelelim onunla umre hayali kurmama…Kırk yıl oldu hac ve umre yaptırmağa başlayalı elhamdülillah. Benim rızkım da böyle belirlendi. Burada iki güzel insan bu işe başlamama teşvik ettiler, birisi Ali Ulvi Kurucu idi, ben Hanefi fıkhının kaynaklarını Sultan M. Nemengan’iden okurken bir sabah Ali Ulvi bey geldi ve bana “dört adam geldi, onları alda Efendimizi ziyaret ettir ve arabalarıyla umreye götür, İki gün sonra dönecekler , işler, varmış” dedi adamlara umre yaptırdım, geri beraberce Medine’ye döndük, ben vedalaşıp dersime döndüm. Bir gün sonra Ali Ulvi bey bana, ya sen bu işi yapacaksın anlaşılan, adamlar çok memnun kalmışlar, halbuki pek memnun olacak gibi durmuyorlardı” dedi.
Öbürü de Erzurumlu Mustafa hoca idi. Ben kendisini çok takdir ederdim, Hanefi fıkhını en iyi bilenlerden biriydi. Ben o yıl Arafat’ta cemaatin birine konuşma yapmıştım. Birkaç hafta sonra Medine’ye geldim ve Mustafa hocayı ziyarete gittim, bir bant konuşuyor, hoca efendi bana tanıdın mı bu kim dedi. Hiç sesimi çıkarmadım, beni imtihan mı yapıyor desem o öyle biri değil. Hoca bu bantı çoğaltıp dağıtacakmış ama kim olduğunu bilemeyince sahibinden izin olmayınca çoğaltmamış. Ben onu iyi tanırım, senin çoğalttığını duyarsa çok sevinecek dedim. Yüzüme baktı, sonra bant’a baktı ve “vay be bu Akif’ten şiirler okuyarak o cemaati ağlatan sensin ha” dedi sonra epey düşünüp “hakikaten beni konuşman tesir altına kodu, gel sen bu aşkını hacca gelenlere hizmette harca dedi, biz de böylece hacılarla her yıl Efendimizin ziyaretçisi bulduk elhamdülillah.
“Bu söylediklerinin Akif beyle ne alakası var” deseniz bende evet var derim, çünkü Mutafa efendi benim aruz veznini iyi bildiğimi ve Akif’in adındı söylemeden okuduklarımı benim sanmış. Ali Ulvi beyde Akif beyden sonra Türkiye’nin en büyük aruzcularındandı. Sorunca bana “Pehlivan benim gibiler Onun atından düşen nalları bile toplayabildiğimiz yok” diye cevap verdi. Ya Necip Fazıl ile kıyas dedim. Hemen Necip Fazıldan;
Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak,
Haykırsam kollarımı makas gibi açarak. Beytini okudu ve ilk sattır güzel ama ikincisi, ne yani Allah’ın en harika sanatı olan insanı (makas gibi açarak) kulun yarattığına teşbihini yücelerden aldı yere indirdi, ya Akife bak “sana bir mısra-ı Bercestedir etmiş ki sunûh, duyar amma varamaz yükselen ahengine ruh” diye yerdekini göğe çıkarıyor, dedi.
İşte kırk yıldır Kutsi yerlerde cemaatime bu yerlerde ne anlatılması gerekli ise onu anlattık, ama hep beraber coşmamız gerekince Akif beyden ödün aldık, hem de ödememesine. Ah o bir de hacca gelseydi, nasıl bir destan bırakacaktı. Mesela hiçbir hacda konuşma yapan kimseleri meşaire dair cemaate bilgi verdiklerini görmedim, en çok söyleyen bunlar Allah'ın sembolüdür, der, o kadar. Allah şiar hakkında “ومن يعظم شعائر الله فإنها من تقوى القلوب Kim Allah’ın şiarlarını tazim ederse (bilsin ki) bu tazim kalplerin takvasındandır” buyurur. Ben işte bunu Akif’ten duymak isterdim. İsterdim onun Kabe’ye gelişinde Çanakkale şehitlerine söylediği;
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,
Sana aguşunu açmış duruyor peygamber, gibi emsalsiz sözler dökülebilseydi…..