Celal YILDIRIM
Necati Güngör 17 Temmuz’da bu dünyaya veda etti. Ölüm haberini arkadaşım Yusuf Yıldırım’dan aldım. O an kütüphanede kitaplar arasındaydım. Kitap aşığı bir insanın ölüm haberini, yine kitaplar arasında duymak ilginç ve hazin bir rastlantı oldu. Hemen musallaya koştum. Vardığımda cenaze namazı kılınmıştı ve üç, dört saflık bir cemaat ancak bulunuyordu. 45 yıllık meslek hayatında binlerce öğrenci yetiştirmiş, onca çocuğun hayatına dokunmuş, koca Necati hocanın cenazesinde toplasan 50-60 kişi ancak vardı. Bu manzarayı görünce aklıma o söz geldi. “Unuturlar seni elbet hele bir ölmeyegör!” Bu vefasızlık devam eder mi? Bilemiyorum. Buna Necati hocanın başta öğrencileri, velileri ve tüm Karaman halkı karar verecek. Çünkü onun anısını yaşatmak en başta onların ve sonra hepimizin boynunun borcudur. Ben bu vefa borcunun ödeneceğine inanıyor, 2016 yılında Necati Güngör hoca üzerine yazdığım bir yazıyla onun aziz hatırasını saygıyla yad ediyorum. Mekânın cennet olsun Necati Hocam.
NECATİ GÜNGÖR: BİR ÖMÜR ÖĞRETMENLİK
Yıl 1953! Hatay-Samandağ’da, genç bir öğretmen, küçük sınıfında, sıraların arasında dolaşıyor. Öğretmenimizin saçları muntazam şekilde taranmış. Tek bir teli bile, diğerlerinden ayrı düşmüyor. Takım elbisesinde tozun, zerresi dahi bulunmuyor. Yüzü ciddi ama kesinlikle ürkütücü değil. Ses tonu, emredici olmaktan çok uzak. Şefkatli, içten ve sıcak...
Sınıf içerisinde dolaşırken kâh bir çocuğuna dokunup saçlarını okşuyor, kâh okumakta güçlük çeken diğer öğrencisine yardım ediyor. Ama her anını onlara yeni şeyler öğretmek için tüketiyor. Sakin, enerji dolu ve idealist bir ruh haliyle.
Hemen uzakta, Akdeniz… Ve Akdeniz’in kışla birlikte kabaran dalgaları… Bu dalgalar ki korkusuzca ve milyonlarca kez tekrar ederek kıyı şeridine vuruyor. Her dalga daha sağlam, daha azimli ve daha cesur…
Genç öğretmen de Akdeniz gibi… Durup dinlemeden, sabırla ve büyük bir şefkatle öğrencilerinin geleceklerini inşa etmelerine yardımcı oluyor. Her çabası diğerini büyütüyor. Uğraştıkça onların geleceğini daha güzel inşa ediyor, dokundukça mutluluğu katlanıyor. Ve o minik yavrulara her dokunuşunda öğretmeni Mehmet AKSOY’ un öğrencilik yıllarında söylediği şu sözler geliyor: “Çocuklar! Şu okulu yıkarsınız. Şu masayı da yıkarsınız. Ve bunların hepsini yeniden, yeniden yaparsınız! Ama bir çocuğu yıktığınız zaman, onu ömür boyu düzeltemezsiniz! Onun için çok dikkatli davranacaksınız! Çocukların kalbini kırmayacaksınız!” İşte bahsettiğimiz bu genç öğretmen, Karamanlı Necati GÜNGÖR’den başkası değildir.
Sepette Kayısılar ve Daktilonun Tuşları
Necati GÜNGÖR Haziran 1934 yılında Karaman’da dünyaya geldi. Babası Veli Güngör, annesi Fatma Hanım’dır. Necati GÜNGÖR’ün doğum tarihi Haziran 1934 olmasına rağmen, nüfus kağıdına “10.01.1935” olarak yazılmıştır. Yıllar sonra bu karışık durumu annesi Fatma Hanıma sorduğunda, annesi cevabını eski usulde
verir: “Valla guzum! Ben doğum yaptığımda komşunun biri, elinde bir sepet gaysıyla eve geldiydi.” Yani Necati Hoca kayısıların olgunlaştığı zaman dünyaya gelmiştir. Kayısılar ne zaman olgunlaşır? Bunu bilmekte artık sizin marifetinizdir.
Karaman-Kır Mahalleli olan Güngör, babasının askerlik görevi nedeniyle eğitim-öğretim hayatını Mersin’de tamamladı. Mersin Silifke’de başladığı ilköğretim hayatına, Uzuncaburç’ta devam etti. Mersin’deyken babası Cezaevi Komutanlığı da yapar. Bu dönemde hatırında kalan en önemli olay, sokakta arkadaşlarıyla oynarken babasının onu odaya çağırması ve daktilonun başına oturtup mahkûmların sorgusunu kaydetmesini istemesidir. Küçük yaşına rağmen azıcık mürekkep yalamış olması kâfi gelmiş ve onun bu işi yapmasının yegâne sebebi olmuştur. İşte sırf bu nedenle Necati GÜNGÖR’ün küçücük parmakları, aylarca kocaman daktilonun tuşlarına dokunur. Daha da önemlisi mahkûmların hayat hikâyelerine tanık olarak büyür. Belki de kişiliğindeki adalet duygusunun temelinde burada yaşadıkları yatmaktadır.
Ortaöğrenimini Silifke Ortaokulunda tamamladıktan sonra, okul birinciliği dolayısıyla -bir kız, bir erkek öğrenci olmak üzere- Balıkesir Necati Bey Eğitim Enstitüsü’ne gönderilmeye hak kazanır. Balıkesir Eğitim Enstitüsü’ne devam eden Güngör, 1953 yılında buradan mezun olur. Artık o, genç bir öğretmendir.
Necati GÜNGÖR 1968 yılında Saime Hanım ile evlenir. Evliliklerinden Esra, Dilara, Nevra olmak üzere üç kız çocukları olur. Tek başına başladığı hayat yolculuğu sırasında birken, iki; ikiyken, üç; üçken dört; dörtken beş olurlar. Hayat artık daha neşeli, kalabalık ve güzeldir.
Eğitim Meşalesinin Prometehus’u…
Necati GÜNGÖR,1953 yılında Balıkesir’den öğretmen olarak mezun olduktan sonra, atama tercihlerinde Mersin’i istese de talihine Hatay-Samandağ çıkar. Türkiye’nin en güneyine öğretmenlik yapmak için yola koyulur. Ve Akdeniz’e sırtını dayamış olan Samandağ’da öğretmenlik mesleğine başlar. Üç yıl burada görev yaptıktan sonra, 1956 yılında Mut’ta, 1958 yılında Karaman- Çukurbağ’ da ve 1960 yılında Karaman Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda görevine devam eder. Dolu dolu geçen meslek hayatının son durağı, Karaman Cumhuriyet İlköğretim Okulu olacaktır.
Cumhuriyet Öğretmeni Cumhuriyet Okulu’nda
Necati GÜNGÖR, Cumhuriyet İlköğretim Okuluna 1960 yılında sınıf öğretmeni olarak başlar. Daha sonra aynı okulda 1968 yılından, 1998 yılına kadar müdürlük görevini sürdürür. Böylece öğretmenlik görevinin yanı sıra kesintisiz olarak 30 yıl boyunca idarecilik görevini yerine getirir. Toplamda, 45 yıl 1 ay öğretmenlik yapan Necati GÜNGÖR, meslek hayatının 38 yılını geçirdiği bu okuldan emekliye ayrılır. Evet! Cumhuriyet İlköğretim Okulu, onun meslek hayatının adeta alınyazısı olmuştur.
Bu okulda görev yaparken, onlarca badire atlattır, acı hatıralar yaşar, yüzlerce insanın hayatına dokunur ve pek çok olaya tanık olur. Meslek hayatının ilk
yıllarında, çektiği sıkıntılarla baş ederek olgunlaşır. Hamdır! Zaman içerisinde pişer! Her çocuktan, her meslektaşından ve her olaydan bir şeyler öğrenerek tecrübelerini zenginleştirir. Bu zenginliği etrafındaki her insanla sorgusuz sualsiz paylaşır. Çünkü o biliyordur ki, asıl güzellik paylaşılarak ortaya çıkar. Bu nedenle herkese bilgi ve tecrübesini sunmakta hiç tereddüt etmez. Ve böylece ülkemizin seçkin öğretmenleri arasında yerini alır.
“Yangın Gazisi” Heybetli Ağaç
Acı hatıralar dedik! Bu hatıraların en başında Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nun 1981 yılında yanması gelir. Okul, Ağustos ayında elektrik kontağından çıkan kıvılcım sonucu yanar. Necati GÜNGÖR yangın haberini alır almaz okula koşar. Karşılaştığı manzara korkunçtur! İkinci katta başlayan yangın, binanın büyük oranda yanmasına neden olur. Yangınla, meslek hayatının en acı anına da tanık olmak zorunda kalır. Alevler o kadar büyür ki, kıvılcımların etraftaki binalara sıçrama tehlikesi doğar.
İşte buna okulun bahçesindeki, bütün heybetiyle duran bir ağaç engel olur. Ağaç, koca gövdesi ve büyük dallarıyla yangın alevlerine adeta siper olur. Gövdesini bir köpek gibi ısıran kıvılcımlara, eyvallah etmez ve ateşin etraftaki evlere sıçramasını engeller. Ne çare ki, Cumhuriyet İlköğretim Okulu o kadar şanslı değildir. Bina yangın nedeniyle kullanılamaz hale gelir ve üç yıl hizmet veremez. Okul bu süre zarfında eğitim-öğretim hayatına Fatih Lisesi’nde devam eder.
Okulun tekrar eğitim-öğretime başlaması için Necati GÜNGÖR insanüstü bir çabanın içerisine girer. Okulun onarılması amacıyla gerekli olan parayı toplayabilmek için Necati Hoca Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nun bütün eski öğrencilerine tek tek mektup yazar.(1) Ve onlardan yardım ister. Nihayet devlet, vatandaş ve öğrencilerin desteğiyle Cumhuriyet, yeniden ayağa kaldırılır. Zaman içerisinde yangına dair tüm yaralar da sarılır.
Necati Hoca, “yangın gazisi” olan o heybetli ağacın fedakârlığını ise asla unutmaz! Etraftan ağaçla ilgili olarak söylenen: “Artık bu ağacın işi bitti! Kes gitsin!” laflarına hiç kulak asmaz ve “Ben sağken bu ağaç kat’i surette kesilmeyecek!” diyerek, kesim meraklılarının heveslerini kursaklarında bırakır. Hoca, bu davranışıyla vefanın sadece insana karşı gösterilen bir duygu olmadığını da ispatlamış olur.
Bir gün yolunuz Cumhuriyet okuluna düşerse, giriş merdivenlerinden aşağıya indiğinizde yüzünüzü lütfen sol tarafa çevirin! Orada, adeta bir kale muhafızı gibi duran bu ağacı göreceksiniz. Emin olun “yangın gazisi” bu ağaç sizi saygıyla selamlayacaktır. Eğer yakından bakarsanız ağaçta o günden kalan yangın izlerini halen görebilirsiniz. Belki iyice sokulup gövdesine birazcık kulak verirseniz, kim bilir size o vefalı dostunun ismini de fısıldayacaktır. Benden hatırlatması.
Benim Maşukam
Vefa, saygı, çalışkanlık... Kendini öğrencilerine adama meziyeti… İşini ciddiyetle yapmak, dürüst ve samimi olmak… Sonsuz bir çabayla bilmek ve öğrenmek…
Ülkeyi ve dünyayı tanımak… Kuşkusuz tüm bunlar, küçük yaşlarda birilerinden etkilenilerek kazanılan davranışlardır. Bu anlamda Necati GÜNGÖR’ ü en çok etkileyen hocalarından biri coğrafya öğretmeni Mehmet PAKSOY olmuştur. Mehmet PAKSOY’ un derslerini, tüm arkadaşları iple çekerler. Peki neden? Onun bu kadar sevilmesin ardında yatan, ayırt edici özellik nedir? Mehmet PAKSOY’un bir öğretmen olarak en ayırt edici özelliği geniş bilgi birikimiyle, öğrencilerinin ufkunu genişletmesi ve anlatımındaki büyüleyici etkidir. Bu yönüyle sıra dışı bir öğretmendir o. Mehmet Hoca sınıfa girince, sınıfın iklimi değişir, bambaşka bir havaya bürünür. Tüm çocuklar öğretmenlerine bir bilgi abidesi olarak bakar, onları bu coğrafyadan alıp, başka coğrafyalara götüren bir gemi kaptanı gibi görürler.
Dersin başlamasıyla sınıfın her yanı, farklı ülkelerin bin bir çeşit abidevi güzellikleriyle; dağları, nehirleri, ovalarıyla dolar. Alıp başını gitmek! Uzak diyarlara gitmek! Görülmemiş yerleri görmek ve keşfetmek arzusu, herkesin biricik hayali olur.
Bazen Avrupa kıtasını baştanbaşa dolaşır; bazen de Himalaya dağlarının doruklarından yeryüzünü seyrederler. Mehmet PAKSOY, sadece bir öğretmen değil; sanki onları tüm bu coğrafyalarda gezdiren efsanevi Anka kuşudur. Bir farkla! Gidilen yerlerde sadece hayali Kaf Dağı yoktur. Haritadaki tüm coğrafyalar ise emirlerine amadedir. Mehmet hocanın hitabeti o kadar güçlüdür ki, onu dinlerken başta Necati GÜNGÖR olmak üzere tüm arkadaşları adeta hipnotize olur, zaman mefhumunu kaybederler. Evet! Öğretmenlikte varılacak son nokta, Mehmet PAKSOY olmaktır.
İşte böyle bir hocanın öğrencisi olan Necati GÜNGÖR, öğretmenlik hayatı boyunca onun gibi olmaya çalışır. Bu nedenle çok okumaya, gezmeye, dolaşmaya, bilgi ve görgüsünü arttırmaya özel bir önem verir. Hayatında aşk derecesinde bağlı kaldığı üç şey vardır: birincisi eşi ve çocukları, ikincisi seyahat tutkusu, üçüncüsü ise kitapları…
Bir Arap atasözü “Benim maşukam, kitap, divit ve kalemdir; geri kalanların hepsi mihnet, endişe ve gamdır.” der. Necati Hoca bu sözü adeta yaşam tarzı haline getirir. Yazları bir yere gitmeyince gamlanır, kitap okuyamayınca endişelenir ve bunun dışında hiçbir şeye mihnet etmez!
Coğrafyaları Keşfetmek
Necati Hoca, farklı coğrafyaları, yerleri ve kültürleri tanıma arzusunu öğretmenliğinin ilk yıllarından itibaren hayata geçirir. Bu amaçla aklına koyduğu ilk hedef: Samandağ’ının karşısında bulunan, Arapların “Cebel-i Akra” dedikleri, Türkçe de “Kel Dağı” olarak bilinen heybetli dağın doruklarıdır. Bu fikrini -arkadaşları olan- zamanın savcı ve jandarma komutanına söylediğinde ikisinin de verdiği cevap, kendisini için hiçte şaşırtıcı olmaz: “Ne işin var orada?” Buna gülüp geçen Necati Hoca sadece şunu söyler: “Var mısınız, yok musunuz? Bana onu söyleyin!” Bu kararlılık karşısında ikna olan arkadaşlarıyla, 1954 yılının bir pazar günü saat sabah 05:00’ te yola koyulurlar.
Gürül gürül akan Asi Nehrini sallarla geçerler. Sonra yorucu bir tırmanışla Kel Dağı’nın doruklarına ulaşırlar. Bu tam bir maceradır. Fakat tüm o yorgunluğa ve maceraya değer. Çünkü dağın doruklarından aşağıya doğru, tüm Suriye ve Akdeniz, atlas gibi önlerine serilir. O yükseklikten gökyüzü mavisinin tonu dahi değişmiştir. Tertemiz hava ve sert oksijen onları adeta sarhoşa eder, içlerini sonsuzluk hissi ve özgürlük duygusu kaplar. Bu duygular ve muhteşem manzara, ekipte zerrece yorgunluk bırakmaz. Artık bu tecrübeden sonra yapılması gereken tek şey, yeni rotalar çizmektir.
Haydi Bana Müsaade!
Ömrü boyunca çeşitli rotalardan yüzlerce şehir ve kasabayı dolaşır Necati GÜNGÖR. Türkiye’de yedi il dışında ayak basmadığı, gecelemediği yer adeta kalmaz. Yaz geldi mi ve okul kapandı mı, “Haydi bana müsaade!” diyor, yola revan olur. Fakat seyahatlerinde asla plansız programsız olmaz. Çünkü görgünün ancak bilgiyle artacağını çok genç yaşta gittiği bir Samsun seyahatinde öğrenir. Hem de ne öğrenme!
Samsun’da dolaşırken karşılaştığı bir adam ona nereli olduğu sorar. O da “Karamanlı’yım” deyince, adam “Karaman’daki Arapoğlu Camii’nin kapı sövesinde kazılı olan simge nedir?” diye yeni bir soru yöneltir. Necati GÜNGÖR, bu sınav misali soruyu bilmediği için cevap veremez ve adama karşı büyük mahcubiyet yaşar. İşte bu olay ona ders olur. Karaman’a ayak basar basmaz ilk işi, Arapoğlu Camii’ne koşmak olur. Ve bir daha asla unutmamak için o simgeyi dakikalarca inceler. Böylece bundan sonra yapacağı tüm seyahatlerden önce gideceği yer hakkında bilgi edinmeyi temel davranış haline getirir.
Hatırda Kalmaz Satırda Kalır
Aslında bu seyahat tutkusu ve gördükleri yerleri yazma davranışı, ülkemizin sosyal ve tarihi hayatına ışık tutan belgeler niteliğindedir. Necati GÜNGÖR gittiği yerler hakkında “Seyahat Notları” başlığıyla yüzlerce not alır. Her ne kadar bu notların bir kısmının kaybolduğunu belirtse de kütüphanesindeki kitapların arasında azıcık “eşinmek” o notlara ulaşmamızı sağlamaktadır.
Örneğin 07 Temmuz 1964 tarihinde yaptığı Trakya seyahatinden kalan “Edirne” başlığıyla aldığı notlar, bundan 52 yıl öncesinin Edirne şehrini tanımamıza yardımcı olmaktadır. Notlardan birkaç cümle şöyledir: “…İlk göze çarpan Selimiye! İki minare olacakta Edirne’ye kadar gelinmeyecek. İşte Mimar Sinan bu hali ile bile kendini konuşturuyor. Maalesef sükût-u hayale uğradım. Edirne’ye girince. Hayalimdeki Edirne’yi bulamadım şu ilk anda. Bozuk, tozlu asfalt yollar, bu yollarda kağnı ve at arabaları… Eski tip binalar, derme çatma bir garaj… Tek kelime ile asırların ihmaline uğramış serhad şehri Edirne.”(2)
Evet! O sadece bir öğretmen değil; aynı zamanda meraklı, bilgili ve eli kalem tutan bir seyyahtır. Yazık ki Türkçe’yi bu kadar iyi, akıcı ve edebi bir dille kullanabilen öğretmenimiz tüm bu notları ve bilgileri zamanın dergilerine, gazetelerine yazmamış; kitapların arasında, bölük pörçük kaybolmasına göz yummuştur. Kültür hayatımız açısından affedilemez bir hata olan bu durum,
Karaman açısından da büyük bir kayıptır. Çünkü Karaman çok üretken olabilecek, yetenekli bir yazarını daha doğmadan kaybetmiştir. Hoca eğer genç yaşta yazdıklarını paylaşsaydı kim bilir neler kazanacaktık neler? Bu üzerine düşülmesi gereken bir durumdur.
Bir Bilen ve Fil Hikayesi
Necati GÜNGÖR tüm bunlara ek olarak tam bir bulmaca tutkunudur. İlerlemiş yaşına rağmen, her sabah bal katılmış çayını yudumlar, gazetelerini okur ve adet olduğu üzere bulmacasını çözer. Bu davranış yaşamının vazgeçilmez alışkanlıkları arasındadır. Bulmacadan daha önemlisi bilgi yarışmalarına gösterdiği özel ilgidir. Laf aramızda o, çok ama çok iyi bir bilgi yarışmacısıdır. Hatta bilgi yarışmalarını bireysel uğraş olmaktan çıkarmış ve Karaman’ı ulusal çapta temsil etme başarısını da göstermiştir. Hem de iki kez!
Güngör,1980’li yıllarda düzenlenen “Bölgeler Yarışıyor” yarışmasına katılarak birinci olmuş; ardından TRT’nin düzenlediği “İller Yarışıyor” programına da Valiliğin görevlendirmesiyle Karaman’ı temsilen katılmıştır. Gerçi bu son yarışmaya katılım son derece maceralı başlayıp, sonunda Nasrettin Hoca’nın “Fil Hikayesi”ne benzer bir şekilde sonuçlansa da, Necati Hoca tüm bu olumsuzluklara rağmen ödül kazanarak Karaman’a alnının akıyla dönmüştür. Resmi görevle gönderilmelerine rağmen, kendisini sadece arkadaşı Özcan GENÇ tebrik etmiş ve onlarla ilgilenip destek olmuştur. Sonuç olarak gösterilen bu büyük marifet, büyüklerimizce bu kadarcık “iltifat” görmüştür.
Ömür Dediğin
Herkes kendi talihinin mimarıdır. Yaşadıkları, an be an insanı oluşturur. Ve arkasında bıraktıkları, farkına varmadan önüne geçer(3) Necati GÜNGÖR’ de kendi talihini ve hayatını inşa etti. Meslek seçimi kaderini de tayin etti.
Necati GÜNGÖR, meslek hayatı boyunca öğrencilerin sevgi ve saygısını kazanmış ender öğretmenlerden biri oldu. Malum bir çocuğun zihninde ve kalbinde yer etmek her öğretmene nasip olan bir meziyet değildir. Necati Hoca, Hatay-Samandağ’dan başlayarak, adım adım öğrencileri ve meslektaşlarının kalbinde, ruhunda bu saygıyı inşa etmiştir.
Kuşkusuz yılların idarecilik hayatı onda ciddiyet ve mesafeli bir tarz meydana getirmiş olsa da bunu aşırıya götürecek bir çaba içerisine hiç girmemiştir. Hele ki etrafında korkulan ve dahi nefret edilen bir idareci portresini asla yaratmamıştır. Çünkü öyle bir idareci portresinin pek çok yöneticiye, adeta kötü bir elbise gibi yapışıp kaldığını bilmektedir. Bu nedenle sakin, yardımsever tavrını sürdürdü. Mesafeyi “saygının gereği” olarak gördü ve “koltuğun gereği” olarak asla kullanmadı.
Necati GÜNGÖR Karaman’a 40 yıl, ülkemize 45 yıl 1 ay hizmet etti. Karaman’da dürüstlüğü, sadeliği, çalışkanlığı, saygınlığıyla özel bir yer edindi. Bu özellikleri ve meslek terbiyesi sayesinde nevi şahsına münhasır bir kişilik olarak yaşadı ve öyle de yaşamaya da devam ediyor.
Fakat o soru hâlâ orta yerde duruyor. Bizler bu insanların kadrini ve kıymetini ne kadar biliyoruz? Yoksa vefa duygusu, gerçekten de sadece bir semt adı mı? Ve daha ne kadar, bu kıymetli insanları sağlıklarında değil de; öldüklerinde hatırlamaya devam edeceğiz?
Cevabı, siz değerli okuyucularımıza bırakıyor; Necati GÜNGÖR’e huzurlu, mutlu ve sağlık dolu bir ömür diliyorum.
(1) Bugün Necati Hocanın gösterdiği bu gayret Karaman Halkı tarafından hala büyük bir takdirle anlatılmaktadır.
(2) Necati GÜNGÖR’ün Seyahat Notlarından. A3 boyutunda bir kağıda düşülen Edirne notları. Tarih: 07.07.1964.
(3) İlber ORTAYLI