Yunus Emre siyasi otoritenin zaafa uğradığı, Moğol şiddet ve baskısının Oğuz/Türkmen halkı canında bezdirdiği 13. yüzyıl ikinci yarısı ve 14. yüzyıl ilk çeyreğinde yaşanmıştır. Milletin üzerine karabasan gibi çöken korku, yılgınlık ve umutsuzluğu aşmak için onlara umut ve birlik ruhu vermek için çırpınır.
“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.”
“Gönül” kelimesi (Türkçeden başka dillerde yoktur.) hiçbir ağızda ondaki kadar değer ve mana kazanmamıştır.
“Ben gelmedim da’va için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim.”
Yine o, Yunus Emre’miz şöyle haykırır:
“Bir kez gönül kırdın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil.”
Sadece Türkiye’de değil, onun bütün Oğuz illerinde /ülkelerinde mezarı olması milletimiz tarafından ne kadar büyük bir kabul gördüğü ve sevildiğinin belgesidir.
Açtığı çığırda yürüyen sayısız şair olması, kendi adını alan nice şairlerin (Yunus Emreler’in, Âşık Yunuslar’ın, Yunus Emremler’in) olması milletiyle sarsılmaz bir bütünleşmeyi sağladığının işaretidir.
Yunus’un hayatını ve düşünce dünyasını şekillendiren temel dinamiğin İslam imanı ve inancı olduğu, tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık ve nettir. Bu iman ve inanç tasavvuf süzgecinden geçerek dünya ve hayat görüşünü şekillendirir.
Onun dünya ve hayat görüşünün merkezinde sevgi vardır, aşk vardır. İnsan sevgisi, varlık sevgisi… Bütün yaratılmışları ayrımsız sevmek… Yetmiş iki millete bir gözle bakması
onu tanımamızı sağlayacak en önemli ipuçlarından birisidir ve sıradan insanların veya günümüz insanlarının çok da kolay anlayamayacağı bir Allah sevgisi, Allah aşkı…
Hayat ve olaylar karşısındaki bütün tutum ve davranışlarını belirleyen, şekillendiren işte bu sınırsız Tanrı aşkıdır.
“Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni.”
O hedefine cennette gitmeyi değil, Allah’ın rızasını kazanmayı koyan bir derviştir.
“Cennet cennet dedikleri
Üç beş köşkle üç beş huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni.”
Tevazuundan dolayı ümmi olduğunu söylese de medrese eğitimi aldığı ve tekke/tasavvuf terbiyesinden geçtiği gayet açıktır. Sadece dinî tasavvufi kimliğiyle değil, dehası ve dile hakimiyetiyle Türk milletinin gönlüne taht kurduğu erbabının malumudur.
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.”
Ondaki lirizm çok güçlüdür, hesaba ölçüye gelir cinsten değildir. Kabına sığmaz.
“Taştın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım
Yollarımı bağlar mısın?”
Ölümü onu kadar iyi anlayan ve yorumlayan bir başka şairi bulmak hiç de kolay olmasa gerektir.
“Ölümden ne korkarsın
Korkma ebedi varsın.” ifadesi içinde ciltler dolusu mana barındırır.
Ölümü güzelleştiren şu ifadelere de bakmadan geçmemek gerekir:
“İş bu söze hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi.”
Pirî Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin Anadolu’daki devamı olduğu konusunda herhangi bir şüphe duymuyoruz. Şiirlerindeki tavır ve bakış onu çok andırır. Güçlü bir iman ve kuvvetli bir Allah aşkı temel ortaklıklarını oluştururken insan sevgisi ve Türkçe sevgisi de bu ortaklığın üzerine bina edilir.
Türkçeye hizmeti ve katkısı ona ömür boyu minnet duymamızı gerektirecek kadar büyüktür. Anadolu’daki Oğuz Türkçesinin yazı dili olma aşamasında en büyük katkıyı sağlayan şair tartışmasız odur. Döneminin halk Türkçesi bütün güzelliği ve zenginliğiyle onun şiirlerinde kendini gösterir. Şiirlerindeki Arapça ve Farsça kökenli kelimeler halkın diline giren kelimelerle sınırlıdır. Türkçenin gücünü ve güzelliğini üstün dehasıyla ölümsüzleştiren bir sanatkârdır.
“Yunus bu sözleri çatar
Sanki balı yağa katar
Halka meta’ların satar
Yükü cevherdir tuz değil.”
Yunus’un aşk anlayışında son durak Tanrı aşkıdır. Pek çok şiirinde bu aşkı işlediğini görürüz.
“Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni.” diyerek ömrü boyunca Allah’a kavuşma arzusuyla ilden ile gezip dolaşan bir gariptir o. Edebiyatımızda garipliği Yunus kadar içselleştiren başka şair var mıdır, doğrusu araştırmaya değer.
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin.”
Evet o bir Türkmen dervişidir. Diliyle, duygusuyla, tavrıyla, imanıyla, ahlakıyla bizim milletimizden biridir.
Türk milleti Yunus’u çok sevmiştir. Ölümünde yedi yüzyıl sonra bile şiirleriyle, felsefesiyle, düşünce ve duygularıyla milletimizin gönlünde bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Görülen odur ki bundan sonra da yaşamaya devam edecektir.