Türkler Anadolu'ya 11.yy. ve 13.yy.da gerçekleşen iki büyük göç dalgasıyla gelip yerleştiler. Bu gelenlerin çoğunluğu Oğuz Türküydü. Oğuzlar, o devirde Oğuz Türkçesini konuşma dili olarak kullanmaktaydılar. Dilleri henüz yazı dili haline gelmemişti.
Yazı dili olarak Anadolu'ya gelmeden önce Hakaniye Lehçesini (Karahanlı Türkçesini) , kısmen de Harezm Türkçesini kullanmaktaydılar.
13.yy.da Anadolu'da siyasi hakimiyeti elinde bulunduran güç Anadolu Selçuklu Devleti idi. Bu devletimizin resmî dili Farsça, bilim ve diplomasi dili ise Arapça idi.
Sultanların adları; Alaaddin Keykubat, Gıyasettin Keyhüsrev, İzzettin Keykavus gibi Farsça isimlerdi. O dönemde devlet işlerini yürütmek üzere İran'dan Farsça bilen bürokratlar getirtmişlerdi.
Türkçe o devirde devlet yöneticileri ve aydınlar tarafından dışlanan, aşağılanan, küçümsenen bir dil durumundaydı. Halk(Türkler) günlük hayatta Türkçe konuşurlardı. Yeni yeni didaktik, menkıbevi eserde Türkçe (Oğuz Türkçesi) kullanılmaya başlanmıştı.
Türk halkı kendi dilinin kendi devletinin yöneticileri ve aydınları tarafından dışlanmasını kabullenemediği için, onları kastederek;"Türk iti şehre gidicek(gidince) Farsça ürer" demiştir.
İşte tam bu sıralarda 1243 yılında, Sivas yakınlarında, Anadolu Selçuklu ordusuyla Moğol(İlhanlı) ordusu arasında Kösedağ savaşı gerçekleşti . Maalesef Anadolu Selçuklu ordusu darmadağınık oldu, büyük bir yenilgi aldı. Bunun üzerine Moğollar Anadolu'ya büyük ölçüde hakim oldular. Gelip devletin başkenti Konya'ya da yerleştiler.
Anadolu Selçuklu Devleti resmen ve şeklen bağımsızdı ama fiilen Moğolların kontrolüne girmişti.
Bu durum Anadolu'nun çeşitli yörelerinde otorite boşluklarına yol açtı. Sonradan adına "Beylikler"diyeceğimiz devletçikler doğdu. Bunlar otonom/muhtar yapıda idiler. Yani dışta Selçuklu Devleti'ne bağlı ama içte özerk bir işleyişleri vardı.
Bu dönemin şartlarından yararlanan Karamanoğlu Mehmet Bey, ordusuyla gelip Konya'yı zapdetti ve ilk iş olarak divanı toplayıp şu kararı aldırttı: "Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil söylemeye."13 Mayıs 1277. Hatta kaynaklarda fermanın sonunda "defterleri dahi Türkçe yazalar" ibaresinin yer aldığı belirtilmektedir. Yani bu, yazı dili de Türkçe olacak demektir.
Haliyle bu ferman Konya da ve Anadolu'nun diğer yörelerinde ilan edildi. Bir süre sonra bağımsız olan Anadolu Beyliklerinin resmî dillerinin "Türkçe" olması bir tesadüf değil, bu fermanın sonucudur.
Evet, Anadolu'da Türkçeyi ilk defa devlet dili ve yazı dili yapan siyasî önder Karamanoğlu Mehmet Bey'dir. Ancak edebî anlamda bu işin öncüsü Yunus Emre'dir. Yunus Emre, sadece halkımızın gönlüne taht kurmuş bir mutasavvıf, bir din büyüğü değildir. O aynı zamanda konuşulan ama yazılamayan , önünde örneği olmayan bir dilden(Oğuz Türkçesi) ölümsüz şiirler yazan bir deha sahibidir. O öylesine büyük bir şairdir ki, kendisinden sonra yaşayan hemen bütün şairleri etkilemiş, bugün de bu etkisini sürdüren bir dil ve edebiyat öncüsüdür. Bu öyle bir etkilemedir ki; kendinden sonra da nice şairler Yunus Emre adını/mahlasını kullanmış, Âşık Yunus ve Yunus Emrem gibi adlar almışlardır.
Bugünkü yazımızı onun şiir anlayışını/görüşünü ( poetikasını) ifade eden bir dörtlükle
bitirelim.
Yunus sözlerini çatar
Sanki balı yağa katar
Halka meta'ların satar
Yükü gevherdir tuz değil.
2021 Yunus Emre ve Türkçe Yılı dolayısıyla onu daha yakından tanımak için yazmaya devam edeceğiz.
Beyninize yüreğinize sağlık.
Sağolasın sevgili hocam; bilgine, yüreğine, kalemine sağlık...