Tan aydınlığı çadırların etrafını kuşatmıştı. Bir kısrak kişnedi. Bir kaç köpek havladı peşi sıra. Çobanlar sürülerinin başına vardılar. Kuzu emiştirme vaktiydi, koyun-kuzu melemeleri birbirine karıştı.
Elif gelin çadırın ocağını ateşledi, sabah namazını kılan kayın babasına kahvesini hazırlamalıydı. Önce kahve tavasına çekirdek kahveleri döktü, kavurdu. Sonra onları soğudana aktardı, biraz salladı, bıraktı. Çadır direğinde asılı duran kahve değirmenin aldı. Kahve çekirdeklerini içine doldurup çekmeye başladı. Cezveyi köze sürdü, biraz sonra su kaynadı. Değirmeni açınca çadırın içini nefis bir kahve kokusu sardı. Taşan cezveden fincana bir miktar döküp kalanını ateşe sürerek taşırdı ve fincanı doldurdu. Kahve fincanı kayın babasına uzatırken hafif eğildi ve bir elini kalbinin üzerine koydu. Fincanı alan ihtiyar höpürdeterek ilk yudumu çekti, eline sağlık kızım dedi.
Yatakları kaldırıp çadırın içini toplayan evin kızı ve gelini sonra çadırın önünü de süpürüp temizlediler. Biraz sonra süt kazanını kaynatacakları büyük ocağın odununu da hazırladılar.
Erkekler kalkıp yeni elbiselerini giyinmişlerdi. Aşağı yukarı çadırların hepsine aynı mesafede olan Ulupınarın yanındaki namazgâha doğru birer ikişer yürüdüler. Yusuf Hoca çoktan gelmiş, namazgâhta Kur'an okuyordu. Güneşin ışınlarının etrafa daha çok yayılmaya başladığı dakikalarda namazgâh doldu.
Kır sakallı ihtiyar zatlar önde, orta yaşlılar onların arkasında, gençler ve çocuklar da son saflarda yerlerini almışlardı. Hoca vakit tamam deyip ayağa kalktı, bayram namazını tarif etti. Hûşu ile bayram namazı kılındı. Yusuf Hocadan başlanarak, kimse dağılmadan namazgâhta bayramlaşma töreni yapıldı. Birbirleriyle tokalaşıp, bayramınız kutlu, uğurlu olsun dilekleri dillendirildi. Küçükler el öperek görevlerini yaptılar. Sonra herkes çadırlarına yönelerek yürüdü...
Kimi çadırda mis gibi tarhana çorbası, kimisinde sütlü çorba, kimisinde de ölemeç kokusu geliyordu. Sofraların etrafına toplanarak kahvaltılar yapıldı.
Çadır içi bayramlaşma faslı gerçekleştirildi, şekerler yendi. Ardından konu komşu, hısım akraba çadırlarını ziyaret faslı başladı.
Öğleye yakın bu bayramlaşma trafiği tamamen bitti. Öğlen yemeğinde sofralarda genellikle yahni, kavurma, bulgur aşı ya da keşkek vardı.
İkindi üstü, gençler kalktılar, kendilerini ve atlarını cirit için hazırladılar. Atlarının kuyruklarını özenle bağladılar. Ulupınarın yanındaki düzlükte cirit başladığında, çadırlarda neredeyse kimse kalmamıştı. Çirit oyunu büyük bir coşku ve heyecanla sürüyordu. Rakibine hızla yaklaşıp ciridini atarak hemen geri dönenler, atı yıkılanlar, attan düşüp hızla geri binenler, atılan ciridi havada kapanlar... Bu heyecanlı dakikaların nasıl geçip gittiğini kimse anlayamadı. Alkışlar, bağrışlar yaşa yaşa nidaları sonunda cirit bitti.
Akşam yemeğinden sonra doyumsuz bayram sohbeti başladı. Bu sohbeti gençler de dikkatle dinlediler. Çaylar içildi, laf lafı açtı, muhabbet gece yarısına kadar sürdü.
Bayramlar aşağı-yukarı bu çerçeve içinde asırlarca kutlandı. Ancak 20.yüzyılın başlarından itibaren Yörüklerin iskanı hızlandı ve yerleşik hayata geçen yörük sayısı günden güne arttı. Bu hayvancılıktan çiftçiliğe, konar- göçer kültürden yerleşik kültüre geçmek demekti.
İhtiyarlar"ahh o eski günler" diye başladıkları geçmişe özlem dolu sohbetlerine"hatır-gönül kalmadı" serzenişleriyle devam ettiler.
Ve 1960'ların sonunda Saçıkara Köyünde Karabacak Ali Bey'in evinde bir bayram akşamı toplanan akrabalar yine eski bayramlardan bahsederken gözler Âşık Ali'ye çevrildi. O başladı söylemeye...
Bizim eller Adana'ya inerdi
Beşyüz çadır bir araya konardı
İlkbaharda Toroslar'a dönerdi
Bizi bura devre attı yolumuz.
Arkacına katar tülü çökerdi
Sağmal gelir, yoz yerinden kalkardı
Gelin-kızı seyrangâha çıkardı
Açılırdı yeşilimiz alımız.
Bahranamız gider yayla yolunda
Kuşlar nağme döker ardıç dalında
Pür silahlı arap atı kolunda
Hiç ölümden korkmaz idi delimiz.
Ali diyor belayına, derdine
Düşemedim dürüstüne, merdine
Hiç bir nesil karışmadı ırkıma
Aslı pak tertemiz Türk'tür elimiz.
İç geçirenler, gözleri nemlenenler devamını istiyorlardı." De hele Ali, de hele" taleplerini karşılıksız bırakmadı Âşık Ali ve elini kulağına attı:
Bölük bölük kara çadır kuranlar
Kılıp bayram namazını geri dönenler
Altı yavuz arap ata binenler
Kayıp oldu, neye kaldı halimiz.
İhtiyarı yaşlısı dizilir başa
Giyinip o gençler hep bayramlaşma
Hani o sevgi muhabbet, nerde o neşe?
Döndü devran neye kaldı halimiz.
Fakirliğin kahrı çekilmez oldu
O eski bayramlar yapılmaz oldu
Ana- baba eli öpülmez oldu
Gurbet elde neye kaldı halimiz.
Ali der, içimde kaynadı dertler
Hakikatten ayrılır mı hiç mertler?
Ala kır sakallı ihtiyar zatlar
Kayıp oldu neye kaldı halimiz.
Göz pınarlarıdan süzülen yaşlar o eski bayramlara olan özlemin işaretiydi...