Sanırım 1977 yılı idi. Yaz tatilinde köyde (Saçıkara) idik. Öğle üzeri Alibey'in kahvesinin önündeki çardağın altında oturmuş, çay içip sohbet ediyorduk. Biz bir kaç genç, çoğunluk babamız yaşındaki amcalar ve daha yaşlı üç beş büyüğümüz vardı.
Caminin önünden bize doğru bir minibüs (panelvan)’ın yaklaşıp park ettiğini fark ettik. İçinden çıkanları görünce şaşkınlığımız arttı. Oldukça yaşlı, yüzü kırış kırış bir kadın ve uzun boylu yüzü çopur bir genç. Yanımıza geldiler, genç (tercüman) İstanbul Üniversitesi antropoloji bölümünde okuyormuş ve bu hanımefendiye tercümanlık yapıyormuş. Söylediğine göre bu kadın (Josephıne Powell) , Yörükler hakkında araştırma yapan bir Amerikalı gezginmiş. Kilimlerin nakışlarına bakınca, hangi Yörük boyuna (aşiretine) ait olduğunu bilirmiş.( Bunu ispat etmek için bizi panelvanın yanına götürüp arka kısımda üst üste istif edilmiş 20-30 dolayındaki kilimlerden bazılarını açarak bilgiler verdi).
Yerimize dönünce bize Saçıkara aşiretiyle ilgili bazı sorular sordu. Oradakiler bildikleri kadarıyla cevaplar verdiler. Bunu yeterli görmemiş olacak ki, "daha iyi bilen birisi var mı?" diye sordu. Büyüklerimiz bir çocuk göndererek, Koca Kâtip diye bilinen Halil Hocaoğlu'nu( annemin dayısı) çağırdılar. Tam bir kasaba aydını olan Halil Dayı Yörükler ve saçıkaralılarla ilgili bir hayli bilgi verdi. Kadın İngilizce yazılmış bir kitap çıkardı ve Saçıkaralılarla ilgili bölümü açarak, aşireti oluşturan 12 obanın adlarının alt alta sıralandığı sayfayı gösterdi. Halil Dayı tekrar bilgiler verdi. Hatta orada söylediği ( hiç unutmadım) bir cümle şöyleydi: "Oğuzların Üçok kolundan gelenlere Türkmen, Bozok kolundan gelenlere Yörük denir." Daha sonra, bu ifadeye ve Kızılırmak'ın doğusunda yaşayanlara Türkmen, batısında yaşayanlara Yörük denir" şeklinde başka ifadeler ekleyen görüşleri kitaplardan da okudum.
Biz, caminin içinde pek çok kilim olduğunu söyleyince, "fotoğraflarını çekebilir miyiz? "diye sordular. Amcalar da" tabii, tabii" deyince, camiye geçtik. Ben, Âlim ve bir iki arkadaş daha kilimlerin köşelerinden tutup hafif kaldırdık, onlar da fotoğraflarını çektiler. Camide 40 dolayında kilim ve dokuma vardı. Çoğu kök boya ve özgün nakışları olan bu kilimlerin dışında caminin deposunda bulunan dokuma (namazlağı, sünük sargılığı vb.) ve kilimler de vardı. Bana kalırsa bu köyün en değerli varlıkları( hazinesi) bu kilimlerdi. Abartmadan söylüyorum, her birisi müzelerde korunması ve sergilenmesi gereken nadide eserlerdi bunlar. "Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler" misali köylülerimizin bundan haberi yoktu.
Davetsiz konuklar işleri bitince gittiler.( Geçen gün bir akrabam telefonda söyledi, 1979 yılında tekrar köye gelmiş bu kadın. Ben bilmiyordum, mahalle aralarını gezerek Yörüklere ait eşya ve kilim, heybe, namazlağı ne buldularsa fotoğraflamışlar).
SONRA NE Mİ OLDU?
1979 ya da 1980 yılının güz aylarında bu kilimlerin tamamı camiden çalınmış. Caminin güney, doğu ve batı yönündeki pencerelerin demir korkulukları vardı. Kuzey taraftaki pencereler yüksekti ve çatıya yakındı. Bu pencerelerin korkuluğu yoktu.
Bir gece saat: 02:00-03:00 sıralarında bir panelvan gelmiş, arka (kuzey) pencerelerden camiye giren hırsızlar bütün kilimleri minibüse doldurup gitmişler. Çevrede oturanlardan birisi, minibüs giderken arkadan görmüş. Peşinden gitmek, jandarmaya haber vermek, hiç birisi olmamış.
Ben o sırada üniversite öğrencisi olduğum için Erzurum'daydım. Bu olayı yarıyıl tatiline gelince cemaatten öğrendim.( O yıllarda siyasetçi, partizan imamlar olmadığı için vakit namazlarını cemaatle kılardım. Şimdi? )
Hırsızlık olayını duyunca, çok üzüldüm, ciğerim yandı. Günlerce etkisinden kurtulamadım. En değerli varlığımızı koruyamamıştık, elimizden kayıp gitmişti. Şimdiki bilgi, bilinç ve imkânımız olmadığı için peşini de takip edemedik.
Bir yıl sonra, yarıyıl tatili dönüşü otobüsün(Erzurum'a) kalkış saatini beklerken köyden bir arkadaşla, öğretmen Mehmet Arslan'la Mevlana civarındaki antika eşya ve halı kilim vs. satan dükkânları gezerken bu hanımefendiyi (Josephıne Powell) gördük. Bu defa yanında başka bir tercüman vardı.
Kafamda bir yıldırım çaktı. Hemen kilimlerin çalınmasını hatırladım. Bu düşüncemi arkadaşıma söyledim. Takip edelim, belki bir şey öğreniriz, dedim ve bir kaç dükkân takip ettik. Halı ve kilimleri inceleme numarasıyla, girdiği dükkânlardaki konuşmalarını dinledik. Tam bir sonuç alamadık. Bu sırada otobüslerimiz in kalkış saati yaklaştığı için otogara gitmek zorunda kaldık.
Âlim Hoca kadının ve tercümanı olan gencin adlarını ve telefonlarını not almış. Bu gençle de bir kaç defa telefon görüşmesi yapmış. Yıllar sonra Âlim'den ben de adlarını öğrendim/ hatırladım. Geçen gün paylaştığım görüntüleri seyredince, o kadının Josephıne olduğunu tekrar hatırladım. Âlim'in söylediğine göre elindeki kilimlerin ve eşyaların bir kısmını Koç müzesine ve Sadberk Hanım Müzesine bağışlamış. İçerisinde bizim kilimler var mı( sanmıyorum, bizim kilimler taa o zaman Amerika'yı boylamıştır) gidip bakacağım.
Ben hâlâ camiden çalınan kilimler konusuyla bu kadının bir bağı olduğunu düşünüyorum. Elimde belge var mı? Yok. "Bir ilgisi yoksa toprağı bol olsun, ancak işin içinde eli varsa yeri cehennem olsun" demekten başka elimden bir şey gelmiyor.
Not:1. Aşağıdaki dokumalar Saçıkara aşiretine (ailemize) ait ürünler. Örnek olsun diye resimlerini koydum.
2. Son fotoğrafı Âlim Hoca gönderdi. Saçıkara'nın çalınan kilimlerinden ikisi.