3 Mayıs 1944'ten bugüne tamı tamına 76 yıl geçti. Bu süre zarfında Türk milliyetçisi, Türkçülük ülküsüne gönül vermiş aydınlar çeşitli yazılar ve kitaplar yazdılar. Bu yazılar genellikle 3 Mayıs tarihinde, yıldönümlerinde yazıldı.
Gerçi milliyetçiliği slogan ve işaretten ibaret zanneden bazı bilgi fukaraları "Türkçülük Bayramı" diyerek ( doğrusu Türkçüler) bugünü güya kutladılar.
Bazıları bu tarihi günü orijinal adıyla değil de "Milliyetçiler Günü" diye kutlamaya kalktılar.
Halbuki "Türkçülük" korkulacak, ürkülecek, gizlenecek bir anlayış değildir. Bu düşüncenin ilk öncüsü diyebileceğimiz Ziya Gökalp "Türkçülüğün Esasları" adlı ünlü eserinde "Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir." buyuruyor.
Milliyetçilik duygusu insanlık tarihinin en temel gerçeklerinden birisidir. Ancak milliyetçilik genellikle ülkelerin en zor ve buhranlı dönemlerinde ortaya çıkar. Milliyetçiler de böyle bunalımlı dönemlerde ortaya çıkarlar ve kendilerini feda ederek büyük bir cesaretle milletlerine ve ülkelerine adarlar.
I. Dünya Savaşı sonrasında Mondros Ateşkes Antlaşması'na müteakip Mustafa Kemal'in ortaya çıkması gibi. Onun etrafında toplanan asker ve sivil milliyetçilerin Türk milletini kurtuluşa ulaştırması gibi.
1940'ların buhranlı günlerinde H. Nihal Atsız'ın ortaya çıkması gibi. Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının kendilerini Türkçülük mücadelesinin içinde bulmaları gibi... Fakat bu mücadeleler kolay olmamıştır. Ağır bedeller ödenmiştir.
"Büyük ruhlu insanda büyük büyük dert olur
Mert olan insanların talihi namert olur." demişler.
Türkçülük-Turancılık Davası Nasıl Başladı?
1940'lı yılların başı. Almanya II. Dünya Savaşı'nda Sovyetlere karşı üstünlük sağlamaya başlamıştır. Bunun pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de yansımaları olmuştur. Mesela Başvekil (Başbakan) Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos 1942 günü TBMM açış konuşmasında "Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir." diyor.
Yalnız zaman içinde, aylar geçtikçe Sovyetler üstün konuma geçmeye başlıyor. Bu sefer Sovyetlere yakın bir atmosfer ülke yöneticilerine hakim olmaya başlıyor.
Ülkenin dört bir yanında özellikle üniversite ve liselerde Marksist örgütlenme ve eylemler artmaya başlıyor. Bunun üzerine H. Nihal Atsız çıkarmakta olduğu Orhun dergisinde, 20 Şubat 1944 tarihli "Başvekil Saraçoğlu Şükrü'ye Açık Mektup" başlığıyla bir açık mektup yayımlıyor.
Bu mektubun başında, yukarda belirttiğim (TBMM açış konuşmasındaki) sözlerini Başbakan'a hatırlatıyor. Bazı olayları örnek göstererek, Marksist-Komünist bir örgütlenmenin ülke çapında yaygınlaştığını ve bunun Türkiye için tehlike arz ettiğini belirtiyor.
Hükümetin bu faaliyetler konusunda hiçbir şey yapmadığını gören Atsız 21 Mart 1944 tarihli ikinci bir mektubu "Başvekil Saraçoğlu Şükrü'ye İkinci Açık Mektup" adıyla yayımlıyor. Bu defa yer ve isimler belirterek Marksist örgütlenme ve çalışma yapan kişileri belirterek bunlar hakkında hükümetin işlem yapmasını istiyor. Aksi takdirde Türkiye'nin komünizmin yayılma alanına dahil olacağını, bunun da telafi edilemez bir tehlike oluşturacağını anlatıyor.
Yurdumuzda o tarihlerde "tek parti, tek şef" yönetimi hakimdir. Demokratik bir ortam yoktur. İktidar her türlü eleştiriye kapalıdır. Üstelik de örf-i idare (sıkıyönetim) vardır.
Bu şartlar altında önce Atsız'ın Boğaziçi Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliğine son verilir. Sonra ikinci açık mektupta Atsız'ın kendisine "vatan haini" dediği Sabahattin Ali teşvik edilerek Atsız aleyhine hakaret davası açtırıldı.
İlk duruşma 26 Nisan 1944'te yapıldı. Trenle İstanbul'dan Ankara'ya gelen Atsız, milliyetçi gençler tarafından coşku ve gösterilerle karşılanır.
İkinci duruşma 3 Mayıs'ta yapılacaktır. Atsız yine İstanbul'dan trenle Ankara'ya gelir. Bu defa daha büyük gösteriler yapılır. Bu gösteriler Cumhuriyet tarihindeki ilk izinsiz gösterilerdir. İktidar telaşa kapılır ve olaylar biraz da abartılarak Milli Şef İnönü'ye rapor edilir.
19 Mayıs 1944'te Cumhurbaşkanı İnönü, Gençlik ve Spor Bayramında yaptığı konuşmada Türkçüleri, ırkçılık ve Turancılıkla suçlayarak peşinen mahkûm eder.
Akabinde, yurt çapında gözaltılar başlar. Bunlardan 23 aydın tutuklanır. 2 profesör, 2 hekim, 3 avukat, 4 subay, 5 öğretmen, 5 öğrenci ve 2 serbest meslek erbabı Türkçü 1,5 yıl tutuklu kaldılar. Ağır işkencelerden geçirildiler. Tabutluk denilen işkence hanelerde büyük acılar çekerler. 3 yıldan fazla süren duruşmalardan sonra hepsi beraat ederler.
Bu 23 kişinin içinde kiler vardır? Başta H. Nihal Atsız olmak üzere, Alparslan Türkeş, Zeki Velidi Toğan (prof.), Reha Oğuz Türkkan, H. Ferit Cansever, O. Şaik Gökyay, H. Namık Orkun, Hikmet Tanyu, Sait Bilgiç, Nejdet Sancar ve diğerleri.
Sanıklardan bir kısmı ilk yargılamalar sonunda bazı cezalar almış iseler de temyiz mahkemesinde suçsuz bulunarak tamamı beraat etmişlerdir (1947).
Atatürk döneminde devletin kurucu temelini oluşturan Türk milliyetçiliği, tek parti döneminde bizzat devleti yönetenler tarafından suçmuş gibi gösterilmiş ve hedefe konmuştur. Yakın tarihimize "Irkçılık-Turancılık Davası, Türkçülük-Turancılık Davası ya da 1944 Milliyetçilik Olayı" olarak geçen bu olay hangi sonuçları doğurmuştur? Bir kere geniş halk kitleleri nezdinde Türkçülük-Milliyetçilik bir suçmuş, netameli bir durummuş gibi algılandı. Bundan da Türk milliyetçiliği ve Türk devleti büyük zararlar gördü.
Öte yandan Türk Milliyetçileri bugünü (3 Mayıs 1944) baskılara karşı bir başkaldırı ve diriliş günü olarak kabul ettiler. 3 Mayıs 1944 gününü daha sonra "Türkçüler Bayramı ya da Türkçüler Günü" olarak kutladılar.
Haksızlığa boyun eğmeyen, adaletsizliği sineye çekmeyen Türk Milliyetçileri her 3 Mayıs'ta Türkçülüğün korkusuz öncülerini saygı ve minnetle andılar.
Ben de başta H. Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş Beyler olmak üzere bütün milliyetçi, Türkçü büyüklerimizi saygı ve rahmetle anıyorum.