Mahzunî Şerif'i Abdurrahim Karakoç'tan önce tanıdım. Ortaokul birinci sınıfa gidiyordum. Bizim kiralık olarak oturduğumuz eve çok yakın, Ataiçil Lisesi'nin hemen üst tarafında da bizim köylü Hasan ( Aydın) ağabeyin evi vardı. Hasan ağabey lisede okuyordu. Saz çalar söylerdi. Zaman zaman da içerdi. Bir gün Konya'da lise okuyan Abdullah ( Karabacak) ağabey Kadınhanı'na geldi. Hasan ağabeyin evinde kafayı çekmişler. Birisi çalıyor, birisi söylüyor biz de dinliyorduk.
" Oy göresim geldi Berçenek seni. Dumanlı dumanlı oy bizim eller." diye türküye öyle içli ve coşkulu başladı ki Abdullah ağabey, sesi hâlâ kulaklarımdadır.
O yıllarda Mahzuni'nin "Yaralarım, yaralarım ve Memmed Emmi" gibi türküleri çokça söylenirdi. Kahvehanelerde, parklarda, kasetçilerde yankılanır dururdu bunlar ve başka türküleri. Bu toprağın, bu bu milletin (halkın) duygularıydı bu türkülerde dile gelen.
1970' li yılların ikinci yarısından itibaren kendimi ideolojik ve siyasi olarak belli bir yerde konumlandırmaya başlayınca Mahzuni'den uzaklaşmaya başladık. Çünkü o da artık karşı cephenin sözcüsü durumundaydı.
1975 yılında Akşehir Öğretmen Lisesinin öğrencisi olunca ideolojik kimliğimiz iyice belirginleşmeye ve keskinleşmeye başladı. Burada üst sınıflardaki Kahramanmaraşlı ağabeylerden Karakoç'un Doktur Beğ, Hâkim Beğ ve İsyanlı Sükût gibi şiirlerini duyar olduk. Bilinçli olarak aldığım ilk kitap Abdurrahim Karakoç'un " Vur Emri" adlı şiir kitabıydı. Kitabı kaç defa okuduğumu bilmiyorum. Bu kitaptaki şiirlerin dörtte birini, belki üçte birini ezberlemiştim. Hiciv ve aşk şiirleri müthişti.
Kitabın üzerine "15.12.1975" tarihini atmışım. Bundan 25 yıl sonra ise Üstad lûtfetmiş ve Karaman'da imzasını atmıştı.
Halk şiiri tarzında yazdığı ve Türk dilinin ifade kudretini zorladığı şiirleri dilden dile dolaşan Karakoç uzun yıllar, daha çok milliyetçi - muhafazakâr çevrelerde tanındı. Ta ki Musa Eroğlu Mihriban şiirini besteleyinceye kadar. İşte bundan sonra bütün ülkenin tanıdığı ünlü bir şair konumuna geldi.
Mahzunî bu konuda çok şanslı idi. Çünkü 1980 öncesinde Türkiye'de sanat, basın ve yayın hayatına "sol" hâkimdi. Bunun için Mahzuni kısa sürede tanındı ve kitlelere mal oldu. Kaset ve konserleriyle ülkenin her tarafında ses verdi.
Birisi şair olarak (Karakoç) , diğeri ozan olarak (Mahzuni) 20.yüzyılın iki görkemli doruğuydular. Siz deyin, Erciyes'le Hasan Dağı; ben diyeyim Berit Dağı ile Nurhak Dağı. İkisi de yiğitler otağı Elbistan elindendi.
Abdurrahim Karakoç Elbistan'da geçen gençlik yıllarına ilişkin olarak bir televizyon programında şunları söylüyor: "Mahzuni benim memleketlim. Öyle fazla solcu da değildi. Mezhep farkı olarak görüldü. Ben onu da biliyorum, Mahzuni'nin ailesi filan, akrabaları hep Sünni, kendisi de Sünniydi. Gençliğinde içen birisi, bir de saz çalan. Bu bizimkiler tarafından dışlanan birisi, orada üç beş aile var alevi, onların içine gitti. İyi ki de gitmiş, yoksa bizimkiler bir Mahzuni çıkaramazdı. Fakat beni Mahzuni bilir, benim bu durumu bilir, ben de onu bilirim. Yaşça benden küçük idi. Elbistan'da çıkan gazetede kültür ve sanat sayfasını yapardım. Şiirlerini getirirdi. ‘Hocam nasıl?’ derdi. Şurası şöyle eksik, şurayı şöyle yap, derdim, yayınlardık. O günden sonra hiçbir zaman saygısını eksik etmedi, dostluğunu eksik etmedi benden ben de ondan..."
2000 yılında Karaman TSO. Salonunda bir Karakoç gecesi düzenlemiştik. Programın idaresi ve sunumunu ben yapmıştım. O yıllarda, damadı (Fehmi Karasioğlu) İİBF'nin dekanı idi. Onun yanına geldiği zamanlar sohbet ederdik. Kendisini çok severdim hayranlık duyardım. Bu şiir gecesi için de zor ikna etmiştik. O gecenin ilerleyen saatlerinde az sayıda arkadaşla birlikte çay içip sohbet ederken, söz Mahzuni ile ilişkilerine gelince şunları söylemişti: " Yıllar önce Mahzuni'nin şiirlerini kitap haline getirmişler. Kitapta benim bazı şiirlerim de onun şiiri diye konmuş. Bana haber verdiler, kendisine telefon ettim."Hemşehrim sana yakıştı mı, niye böyle yaptın?" dedim. Karakoç ben senin yalnız ellerinden değil, ayaklarından da öperim, ben böyle bir şey yapar mıyım? Kitabı hazırlayan gençler yanlışlık yapmışlar. Keseceğin cezaya boynum kıldan incedir"dedi. Böylelikle işi tatlıya bağladık, demişti.
Bu konu ile ilgili olarak roman yazarı, Ülkücü camianın tanınan ismi Alper Aksoy feysbuk sayfasında 30 Mayıs 2021 tarihinde bir yazı paylaştı. Benim de paylaştığım bu yazıda olay detaylı olarak anlatılıyordu.Sözü Alper Aksoy 'a bırakalım:"......Sanırım 1984 veya 1985 yılıydı. Mahzunî Şerif'in büyün şirleri kitaplaştırılmıştı. Aaa o da ne? Abdurrahim Karakoç'a ait dört beş şiir Mahzuni 'ye aitmiş gibi kitapta yer almıştı.(.......) Kitabı Abdurrahim Ağabeye gösterip durumu özetledim. O sırada yanımızda avukat stajını yeni bitirmiş olan rahmetli Şükrü Karaca vardı. "Sen bana bir vekâletname ver, Mahzuni 'nin canına okuyayım, ayıptır bu yaptığı" dedi.
Ve Şükrü Karaca vekâleti alıp hem kitabı yayımlayan yayınevine hem de Rahmetli Mahzuni 'ye bir noter protestosu gönderdi.
Bakalım ne cevap gelecekti?
İki hafta sonra Ocak Yayınevi adresimize Mahzuni'den bir mektup geldi. Heyecanla açtım ve okumaya başladım. Özetle diyordu ki:
"Kitabı hazırlayan akademisyen arkadaşın hatasıdır. Benim bu durumdan kitap yayınlandıktan sonra haberim oldu. Sen bir Ağrı Dağısın Karakoç Baba, bense yanında küçük bir tepe. O kitaptaki bütün şiirlerin okkası darası bir İsyanlı Sükût etmez. Boşver mahkemeyi, hâkimi; cezamı kes. Karakoç'un şeriatına boynum kıldan incedir.
Ve bu satırların altında muhteşem bir şiir:
KARAKOÇ BABA'YA
Elbistan yiğidi Karakoç Baba
Kumanyalar bizde azık değil m?
Bizim yöremizin gerçek diliyle
Haksıza gözümüz kızık değil mi?
Atına binmeyi bilmeyen tatar
Kendi hayalinde ciritler atar
Beşimiz tok, on binimiz aç yatar
Böyle bir sisteme yazık değil mi?
Sülalem sermemiş yırtılmış sergi
Vallahi dediğim değildir yergi
Hırsıza kaç kurtul, mazluma vergi
Böyle bir adalet kazık değil mi?
Az değildir Karakoç'tan aldığım
Boşa mıydı Mahzunilik bulduğum?
Sen ben söylemezsek kurban olduğum
Bizdeki ozanlık bozuk değil mi?
Abdurrahim Ağabeyi yayınevi yazıhanesine çağırıp mektubu uzattım.
"Mahzunî Şerif beni mahvetti, sıra sende ağabey" dedim.
Daha ilk satırlarda gözleri buğulanarak, mahcubiyetten elleri titreyerek okumaya başladı. Sıra şiire geldiğinde bir bulut kaynadı Nurhak Dağlarından, oradan oraya savruldu ve gelip Karakoç 'un başına hörelendi. Sadece elleri değil konuşurken sesi de titriyordu.
"Keşke bu işe avukatı, mahkemeyi, noteri karıştırmasaydık" dedi.
Yıllar önce, değerli halk müziği sanatçısı Bayram Bilge Tokel'in televizyondaki programında Abdurrahim Karakoç konukken Mahzuni Şerif televizyona telefonla bağlanıp şu şiiri okudu:
Güzel Elbistan'ın eski aslanı
Yıllar böyle geldi geçti Karakoç
Bunca bedbin günahkârın içinde
Felek gardaş beni seçti Karakoç.
Siz bir bağda en kızarmış üzümken
Ben koruktum, bütün bağlar bizimken
Türkmen'in güzeli iki gözümken
Obamız Nurhak'tan göçtü Karakoç.
Bilirsin ki yok gönlümün Dönesi
Kekik kokar Ketizmenin sinesi
Tarih bin dokuz yüz elli senesi
Deli gönlüm sevda içti Karakoç.
Sana ne söylerim, bilmem ne derim?
Benim gibi doğdu gitti pederim
Der Mahzuni ellerinden öperim
Çünkü sana varmak güçtü Karakoç.
Şiir bitince şu sözler dökülüyor Mahzuni'nin dudaklarından: "Efendim, sevgili Karakoç Elbistan tarihi kadar Anadolu tarihinin de 20. yüzyıla sunduğu Hakk'ın son lütuflarından birisidir. O yüce dostun hem çağdaşı, hem meslektaşı, hem de hemşehrisi olmak şu elli yıllık ızansı hayatımda hep gururum olmuştur. Edebiyatımızın ve Elbistan'ımızın unutulmaz devini burada kucaklayıp saygılar sunmak istiyorum.
Karakoç:" Saygı bize ait, teşekkür ediyorum, çok teşekkür ederim bizi ihya ettin bugün gözlerinden öperim.”
Birisi Türk şiirinin( ya da halk şiirinin) diğeri de Âşık edebiyatımızın 20. yüzyıldaki zirveleri olan Üstadları rahmet, özlem ve saygıyla anıyorum. Nurda yatsınlar...
NOT: Yazıdaki şiirleri ve alıntı sözleri sosyal medyadan bulup dinleyebilirsiniz. Hepsi belgelere dayalı alıntılardır.