1970'li yıllarda Türkiye'de henüz konfeksiyon sanayi ( sektörü) gelişmemişti. Şehirlerde çok sayıda terzi olurdu. Hatta "tüccar terzi" denilen hem kumaş satan hem de elbise dikenleri de vardı.
Bizim köyümüz (Saçıkara) gibi büyük köylerde birden çok terzi olurdu. Köyümüzün birinci terzisi "Terzi Ahmet" idi. Minyon yapılı, şakacı, sempatik ufak tefek bir adamdı. Bildiğim kadarıyla şimdi sağ ve Akşehir'de yaşıyor. O yıllarda mesleğinin erbabı olarak sanatını icra eden, 35 yaşlarında bir büyüğümüzdü.
Köyün gençlerinin kahvehaneden sonra ikinci adresi onun dükkanıydı. Gençler genellikle oraya uğrar sohbet eder, şakalaşırlardı.
Daha çocuk denebilecek yaştayken babalarımız elbise ya da pantolon diktirmek için bizi onun dükkanına götürürlerdi. 25-30 metrekare dolayında bir iş yeriydi dükkanı. Kocaman bir çalışma masası, arkada duvara dayalı, kumaşların konduğu bir raf vardı. Yanında daha küçük bir masa ve ütü masası... Demirden yapılma kocaman ütü, içindeki mangal kömürü yanıp ısınsın diye dükkanın önüne konulurdu. Kömürün üzerin de iyi yanması için kısa bir boru konurdu. Yanma bittikten sonra, kapağı kapatılarak ütü içeri alınırdı. Terzi Ahmet özel olarak yapılmış bir bezle kumaşın üzerini ıslatır, üzerine ütü bezini koyarak ütüyü bastırırdı. Sürüldüğü yeri dümdüz eder, pantolon paçalarını jilet gibi yapardı. Bana sorarsanız şimdiki kuğu gibi süzülen tam otomatik ütüler o ütülerin eline su bile dökemez.
İşte bu dükkana kıyafet diktirmek üzere gittiğimizde , ölçülerimiz alındıktan sonra babalarımız ustaya sıkı sıkı tembih ederlerdi: " Aman paçaları dar olsun( 20cm.) diye. Biz babalarımız dan kurtulur kurtulmaz dükkana döner, " İspanyol paça olsun" diye Terzi Ahmet'i uyarırdık. Çünkü o zamanlar pantolonda moda" İsponyol paça, düşük kemerdi. Tabii Usta genellikle gençleri memnun edecek bir formül bulurdu
Terzi Ahmet'in bir özelliği daha vardı. O zamanlar, köyler arasında futbol maçları olurdu. Maç olunca köyün erkeklerinin hemen hepsi seyretmeye giderlerdi. Oturacak tribün olmadığı için sahanın etrafını çepeçevre kuşatır, maçı ayakta seyrederlerdi. Maç boyunca yerinde duramayan Terzi Ahmet heyecanla, gah kafaya çıkar, gah topar vurur gibi ayağını sallardı. Bu şekilde maç boyunca sahanın etrafını bilmem kaç defa turlardı.
Bir gün dükkanda gençlerle şakalaşırken Odabaşının Hacı kendisine sınırı aşan bir şaka yapıyor, ciddileşerek kendisine şöyle diyor: "Bak Hacı! Senin İsmet âbin var ya, ben ondan büyüğüm. Onun büyüğü Arap( Abdurrahman) âbin var ya, ondan da büyüğüm. Onun büyüğü Veli âbin var ya, ondan da..." deyince Hacıı âbi sesi keser. Hacı âbi olayı daha sonra anlatırken, " ananı, avradını baktım adam nerdeyse babamla yaşıt, ben de küçük biri sanmıştım" diyor.
Evet değerli dostlarım bugün de geçmişten bir sayfa aralayarak köyümüzün renkli simalarından Terzi Ahmet ağabeyimizi andık. Kendisine sağlıklı, huzurlu günler diliyorum.