Harp ve sulh insanoğlunun ezelî ve ebedî iki gerçeğidir. Kavga, çatışma, Habil ve Kabil ile başlamıştır. İnsanlık sosyolojik evrelerini geçip kavim/millet olma sürecine ulaştıktan sonra da savaş-lar başlamış ve bugüne kadar devam edip gelmiştir. Bazen toprak için bazen din için bazen güç göste-risi, şan, şöhret için savaşılmış olması bu gerçeği -savaş gerçeğini- değiştirmemiştir.
Hümanist duygularla “Savaş olmasın!..” demekle savaş olmuyor değil. Maalesef savaş hayatın bir gerçeğidir. Siz ülke olarak ne kadar savaşa karşı olursanız olun şartlar sizi savaşmaya mecbur edebilir. Ne diyor şair:
Savaşmaktan kaçan kim varsa alnı kara
Savaşmayı bilenler hükmeder topraklara
Dinimizin de töremizin de bize emrettiği şey, mecbur kalmadıkça savaşa başvurmamaktır. Yani savaşı sorunların çözümünde son çare olarak görmektir. Bu durumu Hz. Peygamberin hayatında net olarak görebiliriz. Yine ömrü savaştan savaşa koşmakla geçen, devletimizi savaşarak kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de savaş konusunda söylediği son sözü hepimiz biliriz: “Yurtta sulh ci-handa sulh!” Yani yurtta barış, dünyada barış… Ama öte yandan: “Hazır ol cenge, eğer istiyorsan sulhu sala.” dediğini de biliriz.
Aslında işin özü şudur: Bir devletin ordusu ne kadar güçlü ise savaş o ülkeye o kadar uzak demektir. Esas olan caydırıcı bir askerî güce sahip olmaktır. “Millî Mücadele”nin önderi ve silah arkadaşları bu gerçeği çok iyi bildikleri için ülkemizin geleceği açısından güçlü bir ordu kurmayı te-mel ve öncelikli bir hedef olarak görmüşlerdir. Bunu da gerçekleştirmişlerdir. Ancak maalesef Türkiye NATO’ya girdikten sonra süratle “Millî Ordu” vasfını kaybetmeye başlamıştır. Bu dönemde ordumu-zun teşkilat yapısı ve savaş stratejisi ABD’nin kopyası diyebileceğimiz bir noktaya kadar getirilmiştir. Kurmay subaylık ve sonrasında yükselişin temel ölçütü Amerika ve NATO bünyesinde kurs görme şartına bağlanmıştır. Hangi birini yazalım ki?.. Ordudaki yangın talimatnamesinin bile Amerika ordusundan tercüme edildiği bir yapıya “millî” denebilir mi? Elbette denemez. Nitekim 1980 yılında “12 Eylül Askerî Darbesi”ni yapan Kenan Evren ve arkadaşlarına Amerikalı yetkililerin “bizim çocuk-lar” dediğini hatırlayalım.
Yine hatırlayalım ki aynı kafa ve anlayış Türk ordusunu FETÖ’ye teslim etmiştir. Akabinde devlet ve ordu bünyesine FETÖ’nün yerleşmesine göz yummuşlardır. Bunu yapanlar, FETÖ ve Amerika ile işbirliği yaparak Türk ordusuna kumpas kurmuşlardır. Evet, evet! Yine hatırlayalım, bu ordunun Genel Kurmay Başkanı terör örgütü üyeliğinden tutuklanmış ve hapse atılmıştır. Rahip Branson’u Amerika Başkanı Trump’ın isteğiyle salıverenler Genel Kurmay Başkanını tutuklayanlara “Ne halt ediyorsunuz?..” dememişlerdir.
Bütün bu gelişmelerin sonucunda “Türk Ordusu” -“Türk Silahlı Kuvvetleri” değil- güç ve iti-bar kaybetmiştir. “Türk Silahlı Kuvvetleri” ifadesi köksüz ve ruhsuz bir ifadedir. Onu asla kullanma-mak gerekir. Bizim varlığımızın güvencesi olan askerî gücümüzün adı Türk Ordusudur.
Gelinen noktada hâlâ hemen her hafta bünyesinde FETÖ operasyonu yapılan bir ordunun güç kaybetmediğini kim söyleyebilir? Bu ayrı ve uzun bir yazı konusudur, ancak ordumuz şu anda Suriye’nin kuzeyine -Fırat’ın doğusuna- bir harekât başlatmıştır: Barış Pınarı Harekâtı… Karşımızda her ne kadar bir ordu yoksa da Amerika’nın binlerce tır dolusu silah verdiği ve eğittiği örgütler vardır. Dileğimiz Mehmetçiklerimizin hiç kayıp vermeden bu işin üstesinden gelmeleridir.
Bu konuda söyleyeceğimiz son söz de şudur: Bir ülke savaşa ya da sınır ötesi harekâta başla-mışsa artık bu konu tartışıl(a)maz. Siyasî ve ideolojik kimliğimiz ne olursa olsun vatansever insanlara düşen ordusunu desteklemektir. Millî birliği ve bütünlüğü zedeleyecek söz ve davranışlardan uzak durmaktır.
Bugüne kadar yaşadığımız bütün tarihî tecrübelerimiz göstermiştir ki böyle durumlarda Türk milleti kahir ekseriyetiyle ordusunun arkasında durur ve yumruk gibi birbirine kenetlenir. Türk milletinin gönlü ve duaları şanlı Türk ordusuyla birliktedir. Ordumuz ve milletimiz bu seferin zaferle sonuçlanacağından emindir.
10 Ekim 2019/Karaman
Mestan Karabacak
hocam,hazır ol cenge,eğer ister isen sulhu salah cümlesi,abdulhak molla'ya aittir [abdulhak molla,osmanlı şair ve hekim,1786-1853]
Kalemine,Beynine sağlık Mestan hocam...Selamlar....
Günün ihtiyaç duyduğu bir yazı... İlmine, kalemine, gönlüne sağlık sevgili hocam..!'