Sabah kalktığımızda her yeri bembeyaz bir örtü altında bulurduk. Merdivenler, kapı önleri karla dolardı. Önce kürekle aşenenin, ahırın, tuvaletin yolları açılırdı. Sonra, merdiven dayanır, toprak dama çıkılır, küreme tahtasıyla damdaki karlar aşağı indirilirdi.
Serçeler, sığırcıklar ahırdan çıkartılıp dökülen, buğusu üzerindeki inek gübrelerine konar ve eşelenirlerdi.
Hava soğuk ama tertemiz mis gibi olurdu. Ortalama diz boyu olan bu kar(bazen daha fazla), her kış 3-5 defa yağardı. Bazen 20- 30 gün yerden kalkmazdı.
Evlerin bacalarından kurşunî dumanlar yükselirdi. Sobalarda tezek ya da ısı bakımından ondan pek farkı olmayan Haremi(Ilgın) kömürü yanardı. Bu evlerde yoksulluk vardı belki ama dirlik, düzen ve huzur solunurdu. Sevgi, saygı, dayanışma ve hatır gönül vardı.
Sabah ve akşam koyun, kuzu sesleri ( emişme vaktinde) birbirine karışırdı. Bu etkileyici manzara hâlâ bugün gibi gözlerimin önündedir.
Kahvaltıda çayla, yeni usul kahvaltı şimdiki kadar yaygın değildi. Genellikle sütlü çorba, tarhana(dövme tarhana), ölemeç ve bulamaç çorbası içilirdi. Her evde kocaman deri( tulum) peyniri ve yufka ekmek olurdu. Bizim fırınlı soba dediğimiz kuzine sobalarda " patalı kömbe" yapılırdı ki tadına doyum olmazdı. Sobanın üzerindeki güğümün buharı hiç kesilmezdi. Günlük hayat kendi gereği icabınca akar giderdi. Tabii bu işlerin çoğunu çilekeş anne ve bacılarımız yaparlardı.
Ayağımızdaki naylon ya da kara lastik pabuçlarla meyilli yollarda kızak kayardık. Ellerimizde yünden örülmüş elceklerimiz ve üzerlerimizde genellikle kazak olurdu. Yorulmak nedir bilmez, saatlerce kayardık. Bazen elimiz, yüzümüz mosmor olurdu. Ayaklarımız üşürdü ama biz kaymayı bırakmazdık. Kolay kolay hasta sayrı da olmazdık.
Anlatılmaz bir zevk aldığımız bu kızak kaymalarımızın akla ilk gelen mekânı caminin önünden doğuya (aşağıya) inen yoldu. İbiş Emmimin dükkânının önünden geçerek Abey'in kahvesinin aşağısına kadar çömelmiş vaziyette kayardık. Önce koşa koşa gelir, buzlu zemine çömelir ve kayardık. Düşer, kalkar yuvarlanırdık ama hiç bir yerimizin ağrıdığını, acıdığını hissetmezdik. Çocukluğumuzu doya doya yaşadığımız zamanlardı.
Bugün sabah pencereden dışarı bakınca bunları hatırladım. Her biri şimdi dede, nine olan çocukluk arkadaşlarımı, sabah erken okula giderken koltuğumuzun altında tezek götürdüğümüz günleri hatırladım. Dedemi, ninelerimi, amcalarımı, halalarımı, teyzelerimi, hatırladım. Anamı, kardeşlerimi, rahmetli babam Âşık( Kara) Ali'yi hatırladım. Ve onun şu dörtlüğünü...
Hayat bir efsane gibi
Bazı tipi bazı kıştır
Bir bakarsın rüya gibi
Hemi tatlı hemi hoştur.
Bir hayli geç de olsa kendisini hafiften gösteren kar beni eskiye, çocukluğuma götürdü. Keşke eski günlerdeki sevgiyi, dostluğu, hatır-gönül bilirliği ve vefayı da bugünlere getirebilse.
Karınız-kışınız bol ama yüreğiniz ve evleriniz sımsıcak olsun değerli dostlarım.