Gazi Lisesi'nin batısından geçen yol, Eski Garaj, Muhacir Pazarı tarafından gelir, Şatoform, Zindankale, İtfaiye, Nalçacı caddesi üzerinden İstanbul yolu ile buluşurdu. Gazi Lisesi'nin bahçesi o yoldan bir buçuk, iki metre kadar aşağıdaydı. Duvarla yoldan ayrılıyordu ve duvarın üstünde demir parmaklıklar vardı.
Genellikle okul girişinin sağındaki küçük bölümde, plastik topla futbol oynardık. Bazen de eski ve yeni binanın arasındaki geniş boşlukta oynardık. Bir gün yine orada maç yapıyorduk. Topu defanstan alıp, sol açıktan çalımlarla götürüp gol attım. Geri dönerken yukardan, (demir parmaklıkların arkasından ) birisinin "hey ufaklık gelsene" diye beni çağırdığını gördüm, "Aferin, önümüzdeki hafta Konyaspor yıldız takımının çalışmaları başlıyor, oraya gelsene" dedi. Baktım, o kişi hem amatör kümede ki Kadınhanı sporu çalıştıran hem de Konyaspor yıldız takımını çalıştıran Hatay Beydi. Ben "amca ben sizi tanıyorum, siz Hatay Beysiniz " dedim. Adamın hoşuna gitti, "tamam işte çalışmalara gel" dedi. Bütünleme (ikmal) imtihanları (sınavları) zamanıydı. "Önümüzdeki hafta sınavım bitecek, (her zamanki gibi (Fransızcadan kalmıştım) köye gideceğim" dedim. Böylelikle ömrümdeki ilk ve son transfer teklifini elimin tersiyle itmiş oldum.
Gazi Lisesi'nin önünden (doğusundan) giden yol önce Zafere, sonra Alaattin Tepesine, sonra da sağa dönülürse Mevlana'ya, sola devam edilirse Karatay Medresesi (Kız Öğretmen okulu sağda kalırdı) Beşyol ve Musalla üzerinden Afyon yoluna çıkardı. Bu yolun başına dönersek, solda mimari özelliği olan Şükrü Doruk Reviri, ondan sonra elli metre kadar süren dükkânlar sırasının başında, bir berber dükkânı, sonunda da bir tostçu vardı. Orta bölümde, Kılıçoğlu Spor Mağazasını hatırlıyorum. Bu dükkân eski milli boksörlerden Ali Kılınçoğlu'nundu. Bu dükkânların karşısında ki sırada pullu, yaldızlı tabelasıyla Gömlekçi Abdullah'ın dükkânını iyi hatırlıyorum. O sıradan Zafere doğru( sağdan) giderken bir kaç tane kaliteli lokanta, değişik mağazalar vardı. İlerleyince karşımıza Serficeli Şirin Hanım Çeşmesi çıkardı. 1980 öncesinde bizim uşakların "Ülkü Pınarı" adını verdikleri bu çeşme güzelliği ve ilginç mimarisi ile herkesin dikkatini celbelerdi. Bundan sonra, Zafer'e yakın bir doktor (kapısında jinekolog- operatör doktor yazardı) muayenehanesi vardı. Sonra Zafer Meydanı...
Sol taraftan Zafer'e doğru ilerletmek, tostçudan sonra DMMA (Devlet Mimar Mühendislik Akademisi) ne çıkan sokak vardı. Sokağı geçince, -bodrum katındaki kahvehanede sabah dörtte, beşte kalkıp Muhammed Ali'nin boks maçlarını seyrettiğimiz - bir pasaj vardı. Onu geçince, Atatürk Evi Kültür Müzesi bakımlı bahçesi ve mimari özelliğiyle dikkat çekerdi. Hemen ondan sonra ahşap binası ile dikkat çeken Kız Ortaokulu vardı. Onu geçince, Zafer meydanına ulaşırdık.
Meydanın Alaattin Tepesi ile arasında (sonradan camlı köşk olan) çay bahçesi vardı. Meydanın güneyinde (sağında) Zafer Ciğercisi ve Zafer Sinemasını hatırlıyorum. İlerleyince sağa bir sokak ayrılırdı. Sonradan Ülkü Ocağımızın binası o sokakta hizmet vermeye başlamıştı. Darbe öncesi ve sonrasında. (1980 öncesinde, efsane Başkanımız rahmetli Hacı Murat'ı, Vehbi Başkanı ve Hasan Kıvrak Başkanı orada tanımıştım,) O sokakta (sağda) tarihi bir caminin önünden geçer, 2. Ordu binasının güneyinden Kiliseye ve Arapoğlu Makasına ulaşırdı. Alaattin Tepesinin güneyinden devam eden ana yol, İdman Yurdu. Çarşısı ve Ordu Karargâh binasını geçince Saray Sinemasının önünden şimdiki Rampalı Çarşıya ve belediye binasına (sonradan İş Bankası) ulaşırdı. İdman Yurdu Çarşısını içinde Yürüyen merdiven vardı. Arkadaşlarla boş zamanlarımızda gider ona binerdik, esnaf bizi kovana dek.
Doğuya doğru devam edince, Tekel binası, İplikçi Camisini geçip Kayalı Park ve tarihi Hükümet binasına varırdı. Devamında, (şimdi altında sarraflar çarşısını olduğu) küçük bir meydanı geçer, Turistik eşya satan dükkânlardan sonra Mevlana Türbesine ulaşırdı. Yeşil çinili güzel kubbesiyle her yerden görülen Mevlana Türbesi’nin (Müzesi) yaz-kış ziyaretçileri eksik olmazdı. Giriş kapısının önünde (solunda) yumurta biçiminde kocaman bir taş vardı. Bunu yabancı bir turistin hediye ettiğini ancak içinde bomba olur korkusuyla yetkililerin içeri almadıkları söylenirdi.
Söz buraya gelmişken bir anımı anlatayım. İki yıl Konya'da kalmama ve Mevlana Ortaokulunda okumama rağmen (o yıllarda) Mevlana Türbesini gezmemiştim/gezdirmemişlerdi.1978 yılında Erzurum Kâzımkarabekir Yüksek öğretmen Okulunu kazanıp Erzurum'a gitmiştim. İlk günler sınıf ve okul arkadaşlarımla tanışırken, Konyalıyım deyince, bazı arkadaşlar hemen Mevlana'yı sordular. Utancımdan "gezmedim" diyemedim, güzel diye geçiştirdim. Ancak kendime bir söz verdim, "Konya'ya varır varmaz ilk işim Mevlana'yı gezmek olacak" diye. Gerçekten de birinci sınıfın yarıyıl tatilinde Konya'ya ayak basar basmaz ilk işim Mevlana'ya gitmek oldu. Dikkatlice gezdim ve üzerimden bir yük kalktı.
Anıt, İnce Minareli Medrese, Karatay Medresesi ve Fuarı nasipse 3. yazıda anlatacağım.