Türk toplumunda yaklaşık iki yüz yıldır devam eden bir tartışma... Eski- yeni, ileri-geri, alaturka- alafranga, modern- muhafazakâr vb. adlarla süregelen tartışma.
Başlangıcı Doğu- Batı ayrımına ve çatışmasına dayanan, ucu gelenek-gelecek tartışmalarına kadar uzanan bir çizgi. Düşünen yazarların, şairlerin, sanatçıların görmezden gelemediği, üzerine kafa yorduğu bir gerçeklik.
Değerli düşünür Cemil Meriç'e "Ne Doğu'yu tanıyoruz, ne Batı'yı en az tanıdığımız da kendimiz" dedirten temel konu. A. Hamdi Tanpınar'ı "değişerek devam etmek, devam ederek değişmek" şeklinde bir mantıklı orta yoka getiren çetin konu. Atilla İlhan'ı " gelenekten yararlanma" anlayışına iten de işte bu konu.
Tanzimat dönemi romancılarımızdan başlayarak, Peyami Safa'ya, A. Hamdi Tanpınar'a, Oğuz Atay'a varıncaya değin nice yazarlarımızı kendisine mecbur ve mahkûm eden ana konu bu.
Türk edebiyatının da, toplumsal hayatının da merkezinde duran konu; incelenen, irdelenen, tartışılan bir konu.
Günlük hayatta bugün hâlâ sıkça kullanılan "ilerici- gerici" nitelendirmeleri de aynı zihniyet çatışmasının bir sonucudur.
Edebiyat sahasındaki Hece-Aruz, Halk şiiri- Divan şiiri ikilemi de eski- yeni çatışmasının ürünüdür. Dilde, "eski Türkçe- yeni Türkçe" ikilemi de öyle...
Musikide, Sanat Musikisi-Halk Musikisi, Türk müziği-Batı müziği ayırımları aynı çatışmanın sonucu değil mi?
Asıl olan, geçmişten geleceğe sağlam köprüler kurabilmektir. Bugünü dayanak noktası yaprak, geçmişteki değerlerimizle bugün hayata katabildiğimiz güzellikleri harmanlayarak geleceğe uzanabilmektir.
Yerelden milliye, milliden evrensele ulaşmanın ve kalıcı olmanın yolu da budur.
Anlatmaya çalıştığımız ve son iki yüz yıldır süren bu çatışmanın çözüm formülü," gelenekten yararlanma" anlayışıdır. Köksüz ağaç ayakta duramaz.