Bugün, bu yazıyı yazarken, Batı cephesinde Sorbonne Üniversitesi’nde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde gündüz okuyan, gece Türk işçilerini İslami çizgide tutmaya çalışan, okuldan mezun olduktan sonra işadamı olan ve bütün İslami derneklere destek veren bir arkadaşım telefon etti ve “Ben Karaman’dayım, buluşalım” dedi eve gelmeye müsait zaman olmadığından bir yerde buluşmaya karar verdik.
Herkes, her yerde buluşmak için önce mekân belirlenir, sonra konuşulacak konularda ortak bir yol aranır.
Dost buluşmalarında konuyu hasret belirler, kontrolden çıkar her konu birbirine bağlı olur ama hem dereden hem tepeden gider.
Ama insanlığın geleceği ve ülkenin ve insanlığın selameti için toplanılıyorsa orada her kelimenin gramı, dirhemi, litresi ölçülür biçilir, kılı kırka yararlar ve orta bir yol bulurlar.
Orada sen, ben, o gibi benlikler öne çıkamaz.
Doğrular öne çıkar.
Birisi, “AB kriterleri” der, öbürü, “ ABD kriterleri” der, bir başkası da “Putin kriterleri” der.
İsterseniz bir toplantı örneğini vereyim:
27 Mayıs darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi üyesi merhum darbeci Dündar Taşer’den dinleyin:
“l960 hareketinin ertesi günü İstanbul’dan bir profesörler heyetini davet ettik.
Onları hürmetle ve ayakta karşıladık. Gelir gelmez; ‘Aç olduklarını’ söylediler. Biz de açtık. Ama yemeği düşünmemiştik. Hemen yemek getirttik. Yediler. Hatta o sırada Cemal Paşa, ‘Ben de açım çocuklar!’ dedi ve onların en büyüğünün önünden artan yemeği yedi.
Onlara karşı böyle bir hürmetle dolu idik.
Bu, ne de olsa ananelerimizden gelen bir şeydi.
Ümeranın ulemaya hürmeti gibi idi.
Türkiye’de çok şey değişmişti ama değişmeyen böyle şeyler de vardı.
Yemeklerini yedikten sonra, ‘Bize bir anayasa yapın’ teklifinde bulunduk.
Onlar: ‘Nasıl bir anayasa istiyorsunuz?’ diye sordular.
İşte bu sual beni intibaha (uyandırdı) getirici cümle oldu.
‘Nasıl bir anayasa istiyorsunuz?’ Allah Allah benim istediğim gibi mi anayasa olacak?
Öyleyse size ne lüzum var?
Osman Gazi’nin kurduğu devlette böyle olmamıştı.
O zamanın hukukçuları ve uleması, ‘Kanun senin istediğindir!’ dememişlerdi.
Aksine, ‘Sen şunu yapabilirsin, şunu yapamazsın;
Şu senin salâhiyetin dâhilindedir, şu değildir;
Şu senin yapmakla mükellef olduğun şeydir ve vazifendir.
Şuna ise hakkın ve salâhiyetin yoktur!’ demişlerdi.” (Devamını Ziya Nur’un “Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si” isimli eserden okuyun.)
Ben yokum, sen yoksun, o yok.
Herkes tarağın dişleri gibi eşit.
Öyle ise kimin kriterine göre birleşelim.
Senin liderin değil, benim liderim değil, onun lideri değil, benim şıhım değil, hiç birimizin şıhı değil.
Sekiz milyarı yaratan, şu anda kalp tiktaklarını çalıştıran, yaşatan, kaş, göz, endam, el kol… ile donatanın hükmüne tabi olalım.
Müslümanlara dünyanın her tarafında saldırı düzenleyen, ambargo koyan, hep tuzaklar kuranların kriter tuzağına düşmeyelim.
Rabbimizi dinleyelim:
“Hepiniz topluca Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın, parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de, O kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimetiyle siz kardeş oldunuz. Ve siz ateş çukurunun kenarında idiniz de, O sizi kurtardı. Allah doğru yola gelesiniz diye ayetlerini işte böyle açıklar.
Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten yasaklayan bir cemaat olsun. İşte kurtuluşa erenler onların ta kendisidir.
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, ayrılığa düşen ve parçalananlar gibi olmayın. En büyük azap işte onlaradır.” (Al-i İmran süresi ayet 3/103-105)
Kabirden önce ölümü ve yaşamı yaratanın dininde birleşirsek, hesabımız kolay olur, inşallah.
Yorumlar
Kalan Karakter: